"İzlediğiniz hiçbir şey gördüğünüz gibi değildi ve bildiğinizi sandığınız her şey sadece bir algı operasyonuydu." Nagehan Canbul

Genç neslin uzak bir masal gibi dinlediği bir haber olduğu 28 Şubat nedir?

24 Aralık 1995 seçimlerinin galibi Refah partisiydi. Başbakan Necmettin ERBAKAN Doğru yol partisiyle bir koalisyon hükümeti kurdu. Sonra yaşanan gelişmelerle hükümet rejimi tehdit ediyor iddiasıyla tartışmaların odağına oturacaklardı.

Değerli okurlar;

Tiyatroda oyunu yazan senarist, sahneleyen oyuncular ve icra edilen kurgunun da gizli ya da açık bir amacı vardır. Tüm bunların neye hizmet ettiğini anlamak için senaryoyu iyi okumak gerekir. Tarihe “Post modern” darbe olarak geçen, etkileri bin yıl sürecek denilen 28 Şubat’ın günümüze kadar birçok hadiseyi tetiklediğine kuşku yok. (Post modern darbe: ordunun yönetime direkt el koymayıp, medya aracılığıyla algı ve baskıyla hükümeti istifaya zorlamasıdır.) O dönemde kurgu ve kumpaslarla basın etkili bir biçimde kullanılarak, “laiklik elden gidiyor” tezi işlenmiş, darbeye zemin hazırlanmıştır. Toplum irtica kelimesiyle yeniden tanışmıştır.

Burada, dış güçlerin devlet kurumları içerisinde tezgâhlarının sorunsuz işleyişinin bazı nedenlerine değinmezsek olmaz. Erbakan’ın (Refah partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak, sorun ne? Geçiş kanlı mı, tatlı mı olacak? vs.) özet geçtiğim söylemleri, bazı kesimlerin şeriat korkularını körüklemiştir. Yine üyelerinin giyim - kuşam ve demeçleri de, darbeye niyet edenlerin ekmeğine yağ sürmüştü. Biz o dönemlere jenerasyon olarak tanıklık ettik. O dönemki ordu yapısı, şu an ki ordu yapısıyla tamamen farklıydı. Gladyo, Derin Devlet, Jitem, Kontrgerilla, CIA gibi pek çok unsur zaman zaman bürokratlar ağzından da dillendiriliyordu. O zaman bir ülkenin asli güç unsuru ordu, bu yapıdayken nasıl oldu da Erbakan ve dava arkadaşları bu tedbirsizlikleri, meydan okumaları yaptılar, anlamak mümkün değil. Sağ merkezli,  dini söylemli bir parti olacaksınız ve çarşambadan perşembenin gelişini bile bile, lades diyeceksiniz, akıl alır gibi değil. Hafızalarımıza Tv ekranlarında kazınan ve Erbakan’ı istifaya, Refahyol hükümetini dağılmaya götüren bazı olaylara değineceğim.

 

Dönemin Başbakanı Erbakan’ın Libya ziyaretinde, Muammer Kaddafi’nin küstah sözlerine sessiz kalması, basın ve bürokraside ağır eleştirilere yol açtı. 1996’da siyah giyimli, sarıklı, cüppeli, asalı “Kemalizme, laikliğe savaş açtık” diyen Aczimendiler’i ve liderleri Müslüm Gündüz’ün Fadime Şahin isimli kadınla basılması skandalını Tv den izleyen biz dönem jenerasyonu “pes, yuh artık” diyecektik. (Sonradan anlaşılacaktı ki Refahyol hükümetini düşürmek için hazırlanan kumpasa Fadime Şahin özel olarak seçilmişti) Sincan belediyesinin düzenlediği “Kudüs gecesi” adlı tiyatro oyunu, İran büyükelçisinin buradaki konuşması fitili ateşleyecekti. 4 Şubat’ta Ankara Sincan ilçesi güzergâhından tanklar geçidi olmuş, dönemin Genel Kurmay Başkanı “Demokrasiye Balans Ayarı Yaptık” demişti. 28 Şubat 1997 MGK toplantısı 18 maddelik sert bir bildiriyle uygulanmaya kondu. İrtica faaliyetlerinin takip ve kontrolü amacıyla, BÇG (Batı Çalışma Grubu) oluşturuldu. Maalesef bu dönemdeki fişlemeler yani kasıtlı izleme, raporlama neticesinde, mesleklerini icradan menetme gibi süren olaylar,  Nazi Almanya’sındaki gibi uygulamalar,  cadı avı gibiydi. O zamandan bugüne kadar gelen ve toplumda ayrışma ve kutuplaşmayı derinleştiren, insanlarımız arasına zehirli nifak tohumlarının atılıp yeşermesine en büyük katkıyı yaptılar. Ordu yapılanmasında habis bir ur gibi sinsice yerleşen FETÖ vardı. Darbeye giden yolda taşları kim döşedi bilinmesi açısından, bu yapıların iyi idrak edilmesi gereklidir. Amerika ve kankisi İsrail’in içimizdeki derin devletine bağlıydılar. Yıllar sonra yargıyla basınla bu yapıların nasıl iç içe geçtiği, sebepsiz zenginleşen özellikle basın mensuplarının darbe karanlığında ülkemizi nasıl hortumladığı anlaşılacaktı. 28 Şubat’ın yönetmen koltuğundaki Amerika, İsrail ve NATO bir taşla, üç kuş vurdu.

İrtica yaygarasıyla milletimizi birbirine düşürüp, esas hedeflerini perdelediler. Okula sakal ve başörtüsü gerekçesiyle alınmayan, ikna odalarında ikna olmayan öğrencilerin yerlerde sürüklenmesi, dereceye girdikleri diploma mezuniyet törenlerinde, güç kullanılarak ağızlarının kapatılması gibi Üniversitelerde  cereyan eden utanç manzaraları; ordudan ve çeşitli meslek dallarından inançları sebebiyle ihraç ve çalışması men edilen insanların maddi kayıpları belki yerine konulabilir. Ya manevi kayıpları?  İşte onları yerine koymak mümkün değildir. Çoğu İşine, okuluna dönemedi.

Erbakan’ın yerli milli savunma sanayi kurma girişim ve hayallerine set çekildi. Böylece ekonomik ve bağımsız güçlü Türkiye’ye giden yolu kapattılar. Refahyol hükümetinin İslam coğrafyasıyla yakınlaşma çabalarına başlamadan darbe vurdular. Sömürdükleri mazlum ülkelerde yeniden koruyucu hami Osmanlı ruh ve vesayetinin canlanmasına engel oldular.

 

Tarih tekerrürden ibarettir. Bir devletin ekonomisi, ordusu tüm mekanizması, işleyişi güçlü bir anayasa ile denetlenmeli, koruyup kollanmalıdır. Her şey ahenk içinde olmalıdır. Saflar gevşekse, sızanlar kaleyi içten fethederler. Post modern darbelerin, pop modern şarkılı sözlü atışmalarına evrildiği, tiyatroda sahnelenen aynı oyundur. Tüm kesimlerin toplumu germekten kaçınması, kumpaslara çanak tutan söylem ve uygulamalardan geri durması gerekir. Demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğu unutulmamalıdır.

Hepimiz kardeşiz, başka TÜRKİYE yok.