“Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır”. Mevlana

            İnsanoğlu ilk var olduğundan beri, bilmeyi, bilinmeyi istedi hep. Yasak meyveyi tatmak, tadını bilmek istedi. Sonrası malum başına gelmeyen kalmadı. Canım cennetten olup, dar-ı dünyaya level atladıktan sonra, insanoğlu burada da rahat durmadı. Henüz sömürülmemiş dünya ekolojisinde yedi, içti, canı sıkıldı mağara duvarlarına resim çizdi. Neyi nasıl yaptığını tasvir etmek anlatmak istedi. Zihnindeki düşünceleri yaptıkları resimle not etmek hoşuna gitti. Sonra neler yaptığını bu resimlerle anlatırken, bildiklerini yarınlara çocuklarına bırakmak istedi. Resimlerden öğrenmeyi, öğretmeyi keşfetti. Dil geliştikçe zihindeki sözcükler çoğaldıkça resimler yetmez oldu, işte tam bu noktada yazı karakterlerini keşfetti insanoğlu. Sümer kil tabletlerinden gelecek medeniyetlere fışkıran ışığın adı yazıydı. Sözlü anlatımın biricik kodlamasıydı o. Tarih Sümer’de başlar diyordu tarihçiler. Çünkü esasen yazı insanlık için tarih tutmaya kayda başlıyordu. O günden bugüne dil geliştikçe, yazı da öyle gelişti ki, insanlar meramını anlatırken uzun anlatmaktan sıkıldı. Hayatımıza giren zamanımızın çoğuna hükmeden telefonlar artık baş ucumuzda. Günümüzde hep bir koşuşturmaca içinde olan 21. Yy insanı sosyal ilişkilere zaman ayıramaz oldu. Hal böyle olunca birbirini bırakın ziyaret etmeyi telefonla bile aramaktan üşenir oldu. İletişimin yeni adı sosyal medya platformları üzerinden mesajlaşmaydı artık. Çabuk tüketen dijital dünya esiri Neo-insanlık duygu düşüncelerini resimlerle, yani dijitaldeki anlamıyla emojilerle anlatmayı icad etti. Aslında bu yeni bir icat mıydı yoksa insanoğlu anlayışını atalarının mağara duvarlarına çizdiği resimlere mi indirgemişti?

 

İşte bu çok yönlü sorgulanabilir.  Ağlayan, gülen, hayret etmiş, hasta olmuş, tiksinmiş, sevinmiş, öpücük atmış, falan filan bir yığın emojimiz var artık ve onlarla inanın deyimler, makaleler yazılabilir. Küresel bir dile evrilen emojiler dijital dünyanın ortak ürünü oldu. Ne diyordu Emile Zola “Dünyada anlaşılmamak kadar güç ve ağır bir şey yoktur”. Simgesel iletişim, sadece dijital dünyada değil, dış dünyada her yerde karşımıza çıkar. İnsanoğlu kolayı sever, trafik kurallarını öğrenmek yerine her yere resimli tabelalar koyar. Sessiz olmayı öğrenmek yerine hastane duvarlarına sus fotoğrafı koyar. Aslında simgeler bazen nesne, bazen şekil ,bazen emoji, bazen bir eşya ile bize çok şey anlatır. Doğduğumuz andan itibaren hayatımıza yön verirler. Mavi giysi erkek çocuğa, pembe giysi kız çocuğa yorulur. Alyansı varsa evlidir, nişanlıdır gibi pek çok yargıya bizi ulaştırırlar. Hep deriz ya yalnızlık Allah’a mahsustur. İnsan sosyal bir varlıktır, anlamak anlaşılmak, iletişim kurmak için bin bir yol seçer. Bir emoji yanlış gelse diyelim ki siz mutlu bir gönderi koydunuz sosyal medyanızda karşınızdaki size kahkaha emojisi yolladıysa sizinle alay edildiğini düşünüp tepki göstermeniz işten bile değildir. Kendimizi anlatmaya çalışmamızın yegane özrü doğru anlaşılma çabamızdır. Günümüzde insanları tanımaya çalışırken kendimize yabancılaşır olduk. Simgelerle, emojilerle, mesajlarla harcadığımız değerli zamanı sosyalleşmeye ayırmak daha yerinde olur.

 

 “İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.” Mevlana.