MARİANA ÇUKURU

Değerli okurlar 2022 yazı bir geldi, hayat pahalılığı, mevsim normallerinin üstünde küresel ısınma derken termometre değerleriyle hem cebimizi hem beynimizi yaktı. Ülkemizin gündemi öyle yoğun öyle dolu ki… TV’de, sokakta, her yerde sonu tartışmayla biten bir atışmaya denk gelmişsinizdir.

 

Dünyanın içinden geçtiği pandemi, Rusya-Ukrayna savaşı, insani krizler, gıda, hububat, enerji krizleri kuşkusuz Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Bizde 2023 seçimi arifesi olduğu için 2022 atmosferi daha da hararetli geçiyor.

 

Eskiden yurdum insanı daha mı hoşgörülüydü, güler yüzlüydü, bu tahammül seviyesi nereden kırıldı derseniz, değişen siyaset dili, medya ve dijital dünyanın agresif tutumu toplum psikolojisini alabildiğince yüksek gerilim hattı gibi geriyor kanaatindeyim.

Görsel ve yazılı medyada en absürt fikirlerin ‘tt’ olması modası kitleleri peşinden sürükleyen bir deli çukura taş atmış, onca akıllı çıkaramamış misali sonu hiçbir yere varmayan Mariana çukuru misali çarçabuk tüketilen suni gündemlerle uyutulmaktayız.

 

Yozlaşma eskiden yalnızca mega kentlerde sızlanılan komşuluk bitti kimse kimseye selam vermez oldu argümanı artık köyde, kasabada her yerde yaşanır oldu. Toplumsal kardeşlik, sevgi, hoşgörü derken hepsinin temel harcı olan güveni yitirdik.

Siyasi görüşüne, fikrine, ait olduğu kuruma vs. göre sınıflandıran birbirinin ayağını kaydıran bir sisteme teslim olduk. Oysa güvenin yapıtaşları sevgi, saygı, hoşgörüydü, tevazuydu, emekti,  özveriydi ailenin temeli, toplumun yapı taşıydı. 80’ler, 90’larda mahalle veresiye defterine kaydolan borçlar maaş günü gelince tıkır tıkır ödenir, bakkal mahallede oturanı bilir herkes birbirini tanırdı.

 

Şimdi mahalle bakkalından bir kg. yağı değil bir cikleti alamazsınız. E bakkal amca da haklı mı haklı, niye mi? Eski çamlar bardak eski komşuluklar dizilere konu oldu da ondan. Artık bırakın sokakta oturanları tanımayı aynı binada bile BM misali çok uluslu oturuyoruz da ondan.

Onlarca Suriyeli, İranlı, Iraklı, Afganlı konu komşularımızla bırakın tanımayı dillerini anlamadığımız için anlaşamıyoruz bile. Bu konuda da ülkemizde herkes kuyuya bir taş atıyor kimi, kim savaş olup da kaçmaz ki, ne yapsalardı kalıp ölseler miydi bende olsam aynını yapardım diyor.

Bir kısım da genç erkekler sokakta, sahillerde, nargile kafelerde devletin verdiği yardımlarla keyif çatmak, gününü gün etmek ve çeşitli suçlara karışmakla ve tavşan gibi üremekle bu ülkeye konulmuş bir dinamittir diyorlar.

 

Bana sorsanız ben bu tartışmaların neresindeyim derseniz size bir örnekle açıklayayım. Yunus Emre’ye “ bizimle kal, 6 ciltlik mesnevimizi oku” diyen Mevlana’ya Yunus’un yanıtı” çok uzun yazmışsınız, çok emek ve gayret sarf etmişsiniz. Bize kalsa aynen şunu söylerdik”. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”..

Sevgili dostlar kıssadan hisse tantanaya gerek yok  vaziyet ortada, demografik yapı gün gelir onarılamaz yaralar alabilir. Her savaşan ülkeye tek adres biz miyiz, onca ülke varken bu gidiş hayra alamet değil.

“Çok acıma acınacak hale düşersin”..