“Beri gel, daha beri, daha beri.  Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır - gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye? ”

Değerli okurlar! 

749. Mevlana Vuslata Kavuşma yılında; en sevdiğim dizelerinden girizgahla.. Size bir damla ondan anlatabilmek dileğiyle …

Kimdir? Mevlana kısaca tanıyalım önce …

Afganistan’ın Belh şehrinde 1207’de doğmuştur; asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Babası Belh’in önde bilginlerinden Bahaeddin Veled’dir. Annesi Belh Emiri’nin kızı Mümine hatundur. Siyasi çalkantılar ve yaklaşan Moğol istilası nedeniyle Nişabur’a gittiler. Burada tanınmış mutasavvıf Feriduddin Attar ile karşılaştı ve onun takdirini kazandı. Nişubur’dan Bağdat’a; sonra da Mekke’ye hac görevi  için gittiler. Daha sonra Şam’a uğradılar. Orada Mevlana ve babası Şeyh-i Ekber ile görüştüler. Bu büyük zat, ailenin arkasından yürüyen Mevlana’ya bakarak;  “Süphanallah! Bir okyanus, bir denizin arkasında gidiyor!” demiştir.

                  O halde bizim yazdığımız satırlar ise ancak bu okyanustan bir damlayı almak ve içmek gibidir. Anlatmaya kalemin marifeti yettiğince devam edelim o vakit …

                  Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Larende’ye (Karaman) geldiler. Burada bir medreseye yerleştiler. Yedi sene bu kentte kaldılar. Anadolu’nun çoğunluğu Selçuklu hakimiyetindeydi  ve Konya ilim adamları, sanatçılarla dolup taşmış ve devletin başkentiydi. Hükümdar Alaaddin Keykubad’ın davetiyle, Mevlana ve ailesi Konya’ya geldi ve yerleştiler. Altunapa (İplikçi) medresesi kendilerine tahsis edildi. Babası vefat edince müritleri onun etrafında toplandılar. Mevlana “efendimiz” anlamında onu çok seven öğrencilerinin çağırdığı isimdir. Rumi ise, eski dönemlerde Konya şehrinin Diyar-ı Rum diye anılması ve burada ikamet etmesi nedeniyle kendisine verilen ek isimdir.

                  Medresede büyük bir ilim ve din bilgini olmuştu. Etrafı vaazlarını dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Ama tüm bu ilimler ve görevler bile onun içindeki yarım hissettiği o boşluğu dolduramıyordu…  Çünkü kitaplardaki zahiri ilimlere doymuş; gönlünü batıni ilimlere ve manevi okyanusa açmıştı… Allah’a dua etti ve bir manevi yoldaş diledi. Aradığı dostla Konya’da kendisi at üstündeyken karşılaştı. Şems’in ona sorduğu sorular ve Mevlana’nın verdiği yanıtlar bu iki bilgeyi bir araya getirdi… Gönül ehli dostlar, Allah aşkı ve manevi aleme daldıkları derin inzivalara çekildiler. İlahi aşka kendini kaptıran Mevlana, Allah sevgisiyle sema ediyordu…

                  Bugünkü semazenlerin yaptığı sema ve kıyafet, sonradan disipline edilmiş ve esasını ilk semadan alarak korumuştur. (Başlık mezar taşını, beyaz kıyafet kefeni, siyah hırka mezarı temsil eder.)

                  Büyük sufi yaşamını şöyle özetlemiş “Hamdım, piştim, yandım.”

                  Şems-i Tebrizi ile, tasavvuf ilminin en derinine inmiştir.  Mevlana, Şems ortadan kaybolunca (kimi kaynaklarda öldüğü, kimisinde gittiği söyleniyor.) inzivaya çekiliyor; şiire, sema ayinlerine ve ilahi aşka kendini veriyor. Uzun yıllar bu hal devam ediyor. Pek çok yazılı eser meydana getiriyor. 17 Aralık 1273 Pazar günü (onun deyişiyle “Şeb-i Arüs” ölüm değil, düğün günüydü, yeniden doğuştu.) hakkın rahmetine kavuştu.

                  Arkamdan  “ah - vah etmeyin” dediği gibi yazılı vasiyetinde insanlara öğütler verdiği konuşmasının sonunda, sözü şöyle bitirir. “İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olandır. Mezarımızı aramayın, bizim mezarımız ariflerin gönlündedir.” der. O halde, onun görüşüne göre sevgidir, aslolanı yaşatan diyebiliriz.

                  Her canın hatırladığında titrediği ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırmak, ancak derin ilahi bir Hak sevgisiyle mümkündür. Mevlana, bu derin ilahi aşkın yüzlerce yıl temsilcisi olmuştur.

                  Eserleri; Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Mektubat, Mecalis-i Seb’a, Rubailer ……

                  Mesnevi ile İslam düşünce hayatına derin izler bırakmış ve farklı bir açılım getirmiştir. Onun yaptığı çalışmalar sayesinde İslam dininin dostluk, barış, sevgi, dayanışma, kardeşlik ve adaletle ilgili mesajları daha iyi anlaşılmıştır. Bir şiirinin son dizelerinde der ki “benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o …” diyerek gönlündeki ilahi Hak sevdasını dile getiriyor.

                  Bugün dünyanın dört bir yanından farklı dil, din ve milletlerden insanlar onun felsefesi; sevgi ekseninde birleşiyorlar. O’nu ebedi istirahatgahında akın akın ziyaret ediyorlar.

                  Bana göre O; yaşamış en büyük hümanisttir. O’nun ilahi sevgisinde, engin hoşgörüsünde ve iyimserliğinde insanlar birleşmiştir. Büyük Sufi, mutasavvıf yaratılan her şeyde Allah’ın tecellisinin olduğunu kabul eder ve ayırt etmeksizin sonsuz sevgiyle evreni kucaklar.

                  Bu yüzden Mevlana’nın sevgi temelli felsefesi, dünya etrafında durmaksızın hiç bitmeden dönecek bir hale-i nur gibi…

                  Allah aşkıyla vuslata erdiği ebedi istirahatgahında kaynaştırmaya çağırır bizi şu dizeleriyle …

 

                  “ İster kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel. 

       Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. 

       Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel. “

 

17.12.2022 - Nagehan CANBUL