Mevlana'nın "Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü bilmeyenimiz yoktur. Görünmenin, bir yerde bulunmanın sadece fiziksel olabildiği bir çağ için insanların samimiyetinin, doğallığın önemine dair söylenmiş harika bir tavsiyedir. Hala da geçerliliğini koruyor lakin bu söz için bir sürüm güncellemesi gerektiğini düşünüyorum. "Ya olduğun gibi paylaş ya da paylaştığın gibi ol" bu döneme uyarlanmış yeni bir versiyonu olabilir. İnternetin ve mobilitenin hızla gelişmesiyle artık hayatımıza dijital, sanal görünürlük diye bir kavram da girdi. Bu yeni dönemde sosyal medya hesaplarımızdan paylaştıklarımızla bütün dünyaya kendimizle ilgili dijital bir kimlik sunuyoruz. Bir bakıma "paylaştığın neyse sen de O'sun çağını yaşıyoruz" da diyebiliriz. O nedenle gerçek kimliğimizin, duruşumuzun yanı sıra artık bir de online bir duruşumuz ve görünüşümüz var.

İnsanın kalitesini de fiziksel ve online dünya arasındaki bu farkın mutlak değeri belirliyor, fark ne kadar az ise o kadar insan-ı kâmiliz, ne kadar yüksekse o derece gösteriş fetişizmi hastalığına duçar olmuşuz. Bir başka deyişle gösterişin, görünmenin, beğenilmenin kendisine taparcasına bağlı hale gelmişiz.

Online görünümün, kimliğin oluşmasına en çok tesir eden mecralardan biri de elbette sosyal medya. Online vitrin de diyebileceğimiz bu mecradaki paylaşımlarında herkes kendine göre bir tarz, bir duruş belirliyor ya da bilinçsizce hoşuna giden bir yolu tutturuyor. Birkaç fazla beğeni alıp, takipçi kazanmak için her anını bazen mahremliğine bile dikkat etmeden bütün gözlerin önüne sunan o kadar çok insan var ki. Sonunda para kazanmak da olunca pek çok insan işin ucunu da kaçırıyor. Gösterişin, sahteliğin, aldatmanın bin bir türlüsüne her gün şahit oluyoruz. İnsanlar "ben en iyiyim, en güzelim, en başarılıyım, en yardımseverim, en cesaretliyim..." gibi etiketleri, unvanları almak, öyle algılanmak için çok büyük çabalara girişiyor, hayati riskler almaktan çekinmiyorlar. Kimi bu yolda canını kaybederken, kimi ailesini, sevdiklerini, kimi de itibarını kaybediyor. Çoğu zaman izlediklerimizi içimiz kaldırmıyor, dayanamayıp maruz kalmamaya çalışıyoruz.

Bu çağın müzmin hastalığı "gösteriş fetişizmi" etrafımızda kol geziyor, az ilgi göstereni, meyledeni en yüksek dozda hasta etmeye kabil bir hastalık bu. Bu illete bir kez tutuldu mu insan hiç geçmeyen bir nöbet şeklinde belirtilerini kesintisiz göstermeye de devam ediyor. Beğenilmek, takdir görmek elbette güzel olsa da beğenilmek uğrana sahte bir dünya kurup, olmadığın gibi görünmek, aslında "olmadığın hali" paylaşarak aldatıcı bir algı oluşturmak en hafif tabirle insanları kandırmak oluyor.

Online dünyadaki itibarınızı ve görüntünüzü yönetmek elbette önemli bugünün dünyasında. Çünkü insanlar varlığınızdan o sayede haberdar olabiliyorlar. Çünkü fiziksel iletişimin, karşılıklı oturup hasbihal etmenin yerini çoktan online iletişim aldı. Eskiden misafirliğe gitmek vardı, sosyalleşmenin, başkalarından haber almanın, öğrenmenin, paylaşmanın yolu o idi. Yakın dairemdekiler beni görsünler uzaktakiler umurumda değil de diyebilirsiniz ama ticarette, iletişimde, siyasette, ekonomide kısacası her boyutta mesafelerin ortadan kalktığı bir dünyada yaşıyoruz artık.

Hal böyle olunca bu sosyal medya dünyasında iletişimin nasıl yönetileceği de önemli hale geliyor. Online varlık yönetimi (online presence management) diye internette arattığınızda bu online dünyada kimliğinizi, itibarınızı, görünümünüzü nasıl yönetebileceğinize dair binlerce makale buluyorsunuz. Hakikaten yaşadığımız dünyayı yani kendimizi en güzel nasıl ifade edebiliriz onun için bu tavsiyelere uyuyorsak ne güzel. Eğer paylaşımlarımız başkalarına örnek oluyor, onları iyiliğe teşvik ediyorsa, işte o zaman sosyal medyanın hakkını veriyoruz demektir. Ama gayemiz yaşadığımız dünya yerine sahte bir dünya, yalancı bir algı tesis etmek ise orada artık durmamız gerek. Üstelik şimdi sahte dünyalar yaratmanın yeni bir aracı daha var: yapay zekâ. Artık her içeriğin, her fotoğrafın, her videonun ‘gerçek’ olup olmadığını bile sorgular olduk. Paylaşımın çekici, sarsıcı olması için yalana başvurmaktan çekinmeyecek insanlar yapay zeka ile manipülasyona da başvurmaktan geri durmuyorlar.

Online kimliğimiz hakkındaki algıyı ve bu kimliğin insanlar üzerindeki etkisini de paylaştıklarımız belirliyor. Bugünün dünyasında insanların itibarları, saygınlıkları takipçi sayısına, paylaştıklarına, aldıkları etkileşime göre belirleniyor. Her şeyin daha kolay ölçülebildiği bir zaman diliminde "en çok etkileşim alan, en çok izlenen, en çok takipçi kazanan" gibi başarı kriterleri saygınlığın ya da gördüğünüzün itibarın, ilginin düzeyini inanılmaz şekilde etkiliyor. Nasrettin Hoca kürküne bakıp ona göre davrananlara "ye kürküm ye" demişti bugün olsa "ye online profilim ye" mi derdi bilinmez.

Instagram, Tiktok, Facebook vb kanallar bireysel, gündelik hayata dair paylaşımların yapıldığı yerlerken Linkedin de iş dünyası profesyonellerin paylaşımlarına ev sahipliği yapıyor. Bu dünyadaki bazı paylaşımlar da ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Kendini, rolünü aslında olduğundan büyük gösteren abartılı unvanlar, asıl deneyiminin çok üstünde iddialı yetkinlik tanımlamaları eleştiriye maruz kalan konulardan sadece bazıları. Hiçbir katkısı olmadığı halde başkalarının başarısını tek başına üstlenen ya da ekibini hiçe sayıp bütün kerameti kendinden bilen paylaşımlarda bulunmak da çok başvurulan paylaşım çeşitlerinden biri. İş dünyası biraz da zorunluluktan insanların içten hissettiklerini dışa vuramadıkları bir ortam. Yöneticisinden hiç hoşlanmıyor da olsa çalışanlar mecburiyetten sesini çıkaramayabiliyor. Fakat her gün kendisine zulmeden, mobbing uygulayan, üstüne üstlük ekibinin onun hakkında hissettikleriyle ilgili hiç bir farkındalığı olmayan yöneticiden Linkedin'de liderliğe dair bir şeyler okumak çalışanların elbette içini acıtıyor. Liderliğin sırlarını paylaşan, üst perdeden tavsiyeler veren bu sözde liderlerin ekibindekilere sergilediği hal, tavır ile sosyal mecrada ortaya koydukları profil hiç örtüşmüyor. Ekibine zulmettiği halde ekibiyle çok iyi bir takım olduğunu iddia eden, asıl duruma dair hiç bir farkındalığı olmayan nice insan var.

Peki bu yanılgıya düşmemek için ne yapabiliriz? Bunun için hepimizin bir otokontrol noktası oluşturması gerekiyor. Örneğin etrafındakilerle açık ve şeffaf bir iletişim kurarak kendini doğrulamak ve öz farkındalık düzeyini artırmak asla ihmal edilmemesi gereken bir önlem olabilir. Gösteriş fetişizmine kapılmışsak eğer bu geri bildirimlerle bir an önce kendimize bir çeki düzen vermenin yolunu aramaya koyulabiliriz. Profesyonellerin yer aldığı bu mecrada içeriğin ilgi çeken, yeni bir şeyler öğreten, faydalı bilgi veren ve deneyime dair katkı sunan türden olması elbette çok kritik. Bunun yanı sıra paylaşanın o tavrı, duruşu, deneyimi gerçekte yaşayıp yaşamaması da yani sahiciliği de içtenliği ve samimiyeti de çok önemli. Birlikte çalıştığı insanların da o paylaşımlarda yazılanları teyit ettiklerini keşke bilebilsek, işte o zaman bu paylaşımların kıymeti muhataplarının gözünde misliyle katlanacaktır. Yoksa bu mecradaki samimiyetsiz, sahicilikten uzak, gösteriş odaklı paylaşımlar faydadan ziyade insanı fazlasıyla rahatsız ediyor.

Tıpkı paylaşım yapan bireyler gibi markalar da firmalar da bu yeni "beğeni ekonomisinin" elbette farkındalar. Bir yandan en çok takipçiye sahip birinin markalarını temsil etmesi için çaba gösterirken diğer yandan sosyal medyada etki alanı geniş birinin şikâyetine söz konusu olmaktan da imtina ediyorlar. Ürünlerini, hizmetlerini, kampanyalarını potansiyel müşterilere ulaştırmanın, rakiplerinin önüne geçmenin en efektif, en etkili yollarından biri tabii ki sosyal medyayı kullanmak. O nedenle bu dünyada güçlü olabilmek, öne çıkmak için pazarlama bütçelerinin önemli bir kısmını bu mecraya ayırıyorlar. Doğal olarak da oluşan bu ekonomiden pek çok sosyal medya kullanıcısı faydalanmak, pay almak istiyor. Beğeninin bu ekonomik ve parasal gücü insanları daha çok paylaşmaya, daha çok takipçi kazanmaya iten en tesirli faktörlerden biri. Bu işte de dengeyi tutturarak, muvazeneyi kaybetmeden, ilkelerinden taviz vermeden, vicdan terazisini şaşmaz bir pusula gibi belleyip bir orta yol tutturarak bu ekonomiden pay almanın yollarını aramak son derece doğal.

Sahicilik ve samimiyetin, sahtecilik ve gösterişle kıyasıya mücadele ettiği bir dönemden geçiyoruz. Bir tarafın gösterişi ve şaşası zihinlerimizi bulandırıyor, bizi cazibeli görünen ama yanlış bir yola davet ediyor. Beğenilmek, takdir görmek, alkışlanmak insanı elbette hoşnut eden şeyler olsa da dozajı aşan ilgi ve hayranlık insanı zıvanadan çıkartıp dengesini sarsabiliyor. Pusulayı şaşırmamak, yanlış yollara sapıp asıl benliğimizden uzaklaşıp bambaşka bir kimliğe bürünmemek için "olduğum gibi mi paylaşıyorum paylaştığım gibi mi oluyorum" sorgulamasını her daim yapmak gerek.

Advert