Yüzyılın kalp cerrahı unvanıyla bilinen Prof.Dr. Afksendiyos Kalangos hocamızı 5 yaşındaki Ekin kızımızın kalp ameliyatıyla ilgili haberi okurken tanıdım. Daha anne karnındayken amansız bir kalp hastalığı ile karşılaşan Ekin’in ailesi onu hayata getirip getirmeme kararı evresinde tanışmışlar kıymetli hocamızla. Kalangos hoca kurduğu vakıfla dünyanın türlü ülkesinde 18.000 hastaya ücretsiz kalp ameliyatı yapmış ekibindeki doktorlarla. Okuduğum haberde bu detayları da okuyunca çok duygulandım ve hocamızla ilgili kısa bir yazı yazıp kendisini de o yazıda etiketledim. İşine aşık insanlarla ilgili hayalini kurduğum yazı serisinde yer alır mı acaba diye düşünüp bu ricamı ileten bir de mesaj attım kendisine.
Prof.Dr. Afksendiyos Kalangos
Açıkçası şöyle düşündüm; dünyanın her tarafına kalp ameliyatı için giden, en çaresiz durumdaki hastaların bir ümitle peşinde koştuğu, Nobel’e aday gösterilen hocamız mesajı okusa da bana geri dönmez, yoğunluktan dönemez dedim. Hepimiz yoğunuz ne de olsa, ben yoğunsam sen yoğunsan onun gibi hayat kurtarması için aranan biri daha da yoğundur diye düşündüm. Bu düşünceler içerisindeyken 1–2 dk sonra hocamızdan bir mesaj geldi ki açıkçası ilk gördüğümde inanmakta zorlandım: “Merhabalar Teşekkür ederim. Duygulandırdınız beni. Memnuniyetle sorularınızı sorabilirsiniz. Cep telefonum… Uygun bir vakit buluruz. Saygılar Prof Kalangos”
Tahmin edersiniz nasıl sevindiğimi, randevulaştık asistanıyla. Asistanı hasta mısınız diyor değilim diyorum, peki ne için geliyorsunuz diyor, tanışmak görüşmek için geliyorum diyorum. Neden şaşırdığını sonra anladım öyle yoğun bir hasta trafiği var ki bu kadar hasta arasında beni önemli kılan ne ola ki? O da ben de bilmiyorduk bunu. Ölümle, hayatta kalmak arasındaki ince bir çizgide gidip gelen, bir ümidin peşindeki hastaların arasında bir randevu da ben almıştım. Derdim neydi peki, insanların hayatını güzelleştiren, işine aşık bu güzel insanı tanımak ve yeni nesillere tanıtmak. Fakat bu randevunun insanda nasıl bir stres yarattığını yanında 1 saat kalıp sohbet ederken anladım çünkü hocamız yoğun bakımla sürekli temas halindeyken acaba ben hayati bir mücadelenin hakkıyla verilmesine engel mi oluyorum hissi kaplıyor içinizi.
İlk randevumuz hocamızın vefat eden teyzesi (Allah rahmet eylesin) nedeniyle iptal oldu, öncesinde arandım ve randevuyu yeniden planladık. Kalplere şifaya vesile olan hocamızla bir araya gelmeye az bir vakit kalmıştı, ne olur ne olmaz bir arayayım acil bir ameliyatı vardır belki dedim. Aradım asistanı bugün ameliyatı yoktu ama hastaneye geliyor sizinle randevusu vardı onun için geliyor sanırım dedi. Bütün bu konuşmalardan ve ardı sıra yaşadığım deneyimlerden sonra şöyle düşündüm: “Dünyanın en ünlü kalp cerrahlarından biri, dünyanın, hadi bilemediniz Türkiye’nin en ünlü muhabirlerine veya gazetecilerine konuşmak varken sıradan blog yazıları yazan bana niçin vakit ayırıyor?” Açıkça ifade edelim yazıyı okuyan sizler, ben, pek çoğumuz az biraz makamımız büyüdükçe dengim değil diyerek pek çok insana burun büküp, afra tafra yapmıyor muyuz? Elbette yapıyoruz, elbette kale almıyoruz!
Koç Üniversitesi hastanesindeki buluşmamız için hastanedeyim, odasını sordum gösterdiler. Gösterişten uzak, çocuk hastaların yaptığı resimlerle süslü duvarları olan bildiğimiz bir doktor odası. Hocamız odaya girdiğimde bir hastasıyla ilgili tetkikleri kontrol ediyordu, biraz bekledim. İnsan ilk kez gördüğü birini eğer konuşmadan bekliyorsa önce etrafı gözlemlemeye, karşısındaki kişinin çevresiyle kurduğu iletişime, kısacası o küçük dünyanın detaylarına odaklanıyor. Asistanı Rabia hanımla kurduğu iletişimde kullandığı dil öncelikle etkiledi beni; nam-ı diğer yüzyılın kalp cerrahı hocamızın küçük dağları ben yarattım egosu yok, öyle olsa böyle kibar, böyle nazik istemezdi istediklerini diyorum içimden.
Neyse tetkikler bitti artık sıra bende, ses kaydı için izin istiyor ve sohbete başlıyoruz. Hocamız Ekin’in anne karnındayken başlayan dramatik hikayesini anlatmaya başlıyor. Ekin henüz bir fetüs halindeyken yapılan tetkiklerden çok ender rastlanan bir hastalıkla doğacağını anlıyor doktorlar ve anneye kesinlikle doğumu yapmamasını, sağlıklı doğsa da çok yaşamayacağını söylüyorlar. Tek çare ise doğduktan sonra kalp nakli yapılması. Anne yüreği tabii fakat pek çok anne adayı (neredeyse %95) bu zorlu karar evresinde verilen tavsiyelere uymayı tercih ediyormuş. Fakat Ekin’in annesi doktorların verdiği bu acı mahkumiyet kararına itiraz ediyor ve karşı çıkıyorlar. İlk çocuklarıyla öylesine duygusal bir bağ kurmuşlar ki yeter ki doğsun bulunur bir çaresi diyorlar. Kalangos hocayla tanıştıktan sonra onun verdiği bir nebze umut ışığıyla ne olursa olsun kızını doğurmayı, ona bir fırsat vermeyi tercih ediyor. Kalangos hoca “Ölümle hayat arasındaki bu zorlu tercihte ölümden yana olmak kolay değil, insanın vicdanı ölüme razı olmuyor. Hele bir de ölümden yana değil de hayattan yana olup gerçekten hasta kızımızın hayata tutunduğuna şahit olunca hayattan yana olmanın ne kadar haklı olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Aslında tüm dünyada sağlık sistemi de bu tür çok kritik vakalarda erken ölümü, ani ölümü yaşlı ölümüne tercih ediyorlar. Çünkü insan yaşlandıkça hastalıklarıyla sağlık sistemine daha çok yük oluyor” diyor.
Doğum oluyor ama anne doğumun neşesini bile tam yaşayamıyor, biricik kızı için kurulmuş bir saat acımasızca çalışmaya başlıyor. Bağrına bastığı çocuğu kucaklasa da annesi kalbindeki tümörün onu evladından ayıracağı korkusuyla yaşıyor her saniyeyi. Yaşlandıkça insan ölümü yanı başında hisseder de yeni doğmuş bir çocuk için ölümü her an ensesinde hissetmek insanın ömründen ömür götürecek bir eziyet olsa gerek. Kalangos hoca bu noktada “en iyi doktorun hastasıyla en güzel şekilde empati kuran doktor olduğunu, hastasını anlamanın bu mesleğin en önemli yönlerinden biri olduğunu söylüyor. Ben onları yatıştırdım çünkü durumlarını anladım, hissettim” Bu hassasiyetini benle sohbet ederken Hırvatistan’dan gelen hastası için ekiplerine verdiği talimatta da görüyorum, en ince ayrıntısına kadar hasta psikolojisini nasıl yönetmeleri gerektiğini, nasıl detaylıca bilgilendirmeleri gerektiğini, hasta kaygısını nasıl yöneteceklerini anlatıyor. Mesleğindeki profesyonelliğini gözlerimin önünde ilmek ilmek bir kanaviçeye işliyor adeta, mest olmamak mümkün değil.
Doğumdan itibaren düzenli olarak takip edilen Ekin’in olabildiğince geç yaşta ameliyat edilmesi düşünülüyor. Fakat işler planlandığı gibi gitmiyor çünkü 8cm’lik kalbin hemen yanındaki 7cm’lik tümör kalbe vazifesini hakkıyla yapma imkanı tanımıyor, Ekin’e hayatı dar ediyor. Tümörün verdiği hasar yetmezmiş gibi koroner bir damarın da tümörün içinden geçtiğini fark ediyorlar. Zaten imkansızlık sınırlarındaki bu ameliyat insanın gözünde daha da korkutucu hale geliyor elbette. Acilen ameliyata karar kılınıyor. Kalangos hoca “Yaşadıklarımız tıpkı bir Yunan tragedyası gibi bütün yollar önümüzde kapanıyor, her tarafı derin bir umutsuzluk ve yoğun bir hüzün kaplıyor. Ameliyat yaklaştıkça ben kafamda bu ameliyatı nasıl yapacağım artık onunla yatıp kalkmaya başladım, gece yatarken kafamda 1mm’lik damarların arasında bu ameliyatı, ameliyatta kullanacağım teknik ve yöntemleri hayal ediyor, onu yaşamaya başlıyorum.” diyor. Doktorlar için bir yerden sonra o monotonluk içinde hastaların, ameliyatların anlamsızlaştığını düşünürdüm, öyle değilmiş. En azından Kalangos hoca için öyle değil, o dünyanın çeşit çeşit ülkesinden gelen hastalarıyla ilgilenirken bir başka duygunun peşinden koşuyor bence. Ümidini yitirmiş, tüm çareleri, imkanları tüketmiş hastalara bir umut ışığı olmak, vazifesini en iyi şekilde yapmak ve tıpta çığır açacak ameliyatlarla tıp literatürüne, tıp bilimine muazzam katkılarda bulunmak ve etrafında el verdiği doktorlara bu mesleğin inceliklerini öğretmek.
Günler geçiyor, ameliyata çok az bir zaman kala Ekin’in ailesi geliyor, anne sadece duymam gerekenleri duyayım, sadece iyiyi duyayım, kötü bir haber, umudu zedeleyecek bir bilgi duymayayım kaygısında hep. Baba odada yalnız kalmak için anneden izin istiyor. Hocamıza gördüğü bir rüyayı anlatıyor: “Dün gece sizi rüyamda gördüm, hayatımda hiç kiliseye gitmedim. Siz bir kiliseye giriyordunuz ve Ekin için bir mum yakıyordunuz ve ortalık birden müthiş bir ışıkla aydınlandı. Hocam bu rüya beni çok ümitlendirdi ama eşimi boşa ümitlendirmekten korkuyorum. Ben size inanıyorum bu ameliyatla siz kızımı kurtaracaksınız” diyor. Kalangos hoca bunları anlatırken müthiş duygulandı, boğazı düğümlendi, odayı derin bir hüzün kaplıyor, ağladık ağlayacağız. “Hakan bey çok kötü oldum, felaket etkilendim, dinlediklerim beni müthiş etkiledi, bu anlatılanlardan sonra üzerimde daha da çok mesuliyet hissettim.”
Hocamızın anlattıklarından aileyle iletişiminin tek yönlü bir iletişim olmadığını anlıyorsunuz, onlarla beraber o stresi elbette aile kadar olmasa da yaşadığını hissediyorsunuz. Yanındayken sohbet esnasında gelen telefonlarda mesleğini ve hastalarının hayatını nasıl ciddiye aldığını gördükçe mesleğinde neden zirvede olduğunu anlıyorsunuz. Kalangos hoca bir bilim insanı, yaptığı işte hep bilimsel, rasyonel bir arayış içerisinde ama bir yandan da felsefi boyutta da çok derin biri. Çok uzun konuştuk buraya ilk sohbetimiz bile sığmadı. 1 saatte ameliyatı, o esnada yaşadıklarını, bu ameliyatın ona yaşattığı derin felsefi ve mistik duyguları anlattı hocamız. İnanılmaz keyifli, muazzam derecede içten, tevazu dolu ve müthiş derinlikli sohbetin elbette tadı benim damağımda kaldı. Hocamız “Hakan bey bu sohbetten ben çok keyif aldım, biz bu sohbetlere devam edelim” dedi. Ben dinlemeyi çok sevmiştim o da benle sohbet etmeyi sevdi sanırım, bilemiyorum. Gönüller arasındaki muhabbetin sırrını anlamak her zaman mümkün olmuyor, anlamak da gerekmiyor ne de olsa önemli olan bu tefekkür dolu güzel sohbet meclisinin devam edecek olması. Ameliyatı ve sonrasındaki bu derin sohbetin kalan faslını bir sonraki yazımıza saklayalım.