- Yalnızca iş arkadaşlarım Memoli der bana.
- E be köylü kızı, e be köylü kızı !
Büsbütün karanlığın, can çekişlerin, acıların, hayal kırıklıklarının ortasında bir şey olmalı, sakinleştirici, sedatif bir şey… Bir nefes kadar elzem, bir anda kuruyan çiçeğin yeniden tomurcuklanması kadar umutlu, bize en başka bildiğimizi anımsatan bir şarkı kadar özlem dolu... Bir şey söylemeli bize, bir şey fısıldamalı, kimsenin bilmediği bir şey. Bâyezîd-i Bistamî Hazretleri’nin dediği gibi “ Aramakla bulunmaz ancak bulanlar hep arayanlardır.” Arayıp bulunan gölgelik bir yer fısıldayayım sizlere: “Çocukluk dizileri izlemek.” Geçmiş dönem dizilerinden Yılan Hikayesi’ni izlerken kalbimin ortasında bir şey oluyor. Özlem mi? Huzur mu ? Burukluk mu ? Sızı belki ama öyle insanın kalbi bedenine ağır geliyormuş gibi bir sızı değil. Rüzgarda kuruyup hafiflemiş, dizi oyuncuları gibi sıcak çocukluk giysilerini görüp giyememek gibi bir sızı. Ne güzel bir dönemmiş ! İnsanlar o kadar gerçek ki ! Ne asil insanlarmış oyuncular, senarist, tüm ekip… Kürşat, Gülsüm, Kral… Ne var biliyor musunuz ? İnsan kötü karakterlere bile saygı duyuyor. Açık açık kötüye saygı duyar hale geliyor insan (!) Kötüler kötü ve kendilerini biliyor, çok iyiyim diye karışmıyorlar ortalıklara. Hastalıklı ilişkiler, bulanık tipler, yalan dolan normalleştirilmemiş. Boğuk bir hava yok. Eski dizileri izleyerek bir ömür bitirilebilir. Ayrılsak Da Beraberiz’deki “ Feridun Bitir ” karakteri “Yırttık abicim yırttık.” Diyişleriyle köşeyi dönmek isteyen birinin, demoralize ne bilmeyişin en tatlı hali olarak karşımızda durabilir. " Bana güvenebilirsin Teocum, ben bişiyi biliyorum da söylüyorum." demeleri hala eskimemiştir bir yerlerde. Çılgın Bediş’in, Avrupa Yakası’nın, Çocuklar Duyması’nın, Ruhsar’ın, Bücür Cadı’nın, Dadı’nın sonsuzluğa doğru bir parantez arasında sıkışmış dizi müziği sözlerini, uzayın derinliklerinde süzülen melodilerini duymak, dinlemeyi bilenler için mümkündür bugün de. Elif ve Polat’ın aşkıyla en derinini izledik aşkların, yetimhanede kaybettiği çocukluk aşkını bir ömür arayan Esmer’in Ezel’e sarıldığı sahnede izledik vuslatların en güzelini, aşkın en güzel tarifini Gülbeyaz ile halasının arasında geçen diyaloglarda duyduk.
– “Hala sağa bir şey soracağum.”
– “ Ne ? ”
- “Eniştemi ilk gördüğünde ne hissettin ? ”
– “Belayı bulduk, dedum ”.
– “Ne ? ”
– “E belayı bulduk dedum işte kız. Bir ömür belayı bulduk, dedum.”
– “Aşkun tarifu bu midur şimdu ?” - “Bu midur ? Budur. Şimdi televizyonlara güzel güzel kizler çıkayi ya. Hani düzeyli ilişki kariyer mariyer diyiler. Evleneceğim adam mesleğinde başarıli olmali, oturmasını kalkmasını bilmeli filan deyiler. Sanki yemek tarifi yapayiler gibi geliy bağa. Aşkın… tarifi olmaz ki Gülbeyaz. Belayı bulduk dediysen, olmuştur. Başka dönüşü de yoktur zaten. Adam uğursuzmuş, üçkağıtçıymış, serseriymiş artık ne çıkarsa bahtına.”
İnsanlığa, kendini sevmeye, koşulsuz sevgiye dair en güzel, en ince mesajları Sihirli Annem’den aldık. Ve dahası, ve nicesi…
Eski dizilerle günümüz dizilerini karşılaştırdığımda gördüğüm en bariz fark o dizilerin, Çiçek Taksi’nin, Mahallenin Muhtarları’nın, Perihan Abla’nın, Hayat Bilgisi’nin sımsıcak, insanı içine çeken bir havası vardı. Mertlik özendirilirdi. İyi insan olma motivasyonu kazandırıldı. “Ama” şimdilerdeki entrika motivasyonu… Deniz ve ay ruhlarının söyleşmeyi bilmediği yerlerde malum yalanları dinlemek şimdilerdeki… “ Belki ” eskiye dönüş mümkün olabilir. “Keşke ” romantik fikirlerin bir karşılığı olabilse hayatta. Bazen deli gibi dünyayı değiştirmenin hasretini duyarız içimizde. İnsan ilişkilerini dengeye getirmek isteriz, savaşlar bitsin isteriz, çocuklar ölmesin şeker de yiyebilsin isteriz, hayvanlar üşümesin aç kalmasın isteriz ama “yapamayız”, ya da bir yere kadar yapabiliriz. “ Bazı zamanlar vardır ki adaletin terazisine kuş tüyü ağır gelir ”, bilemeyiz. Bazen erken davranırız, bazen geç kalmanın pişmanlığı ağrı ağrı vurur vicdanımıza. Ahmet Kaya’ nın , “ Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan, sonradan ” şarkısı ya olmasaydı deriz içlenerek. Can dostlarım, güzel insanlar, bir şeyi söylemek ve söylememek arasında fark varsa eski dizilerin temiz havasına davet olarak yazdığım bu yazıda sözlerimi şöyle bitiriyorum. “ Ama, belki, keşke…”