Yedi Semada,  Yedi Verdiren 

Kafamın içinde yüzlerce düşünce uçuşurken içlerinden birinin mürekkebi kağıdıma düştü:          “ Sanatın dünya ülkeleriyle olan ilişkisi . ’’ Kıtaların gözlerini dolduran yüzyıllar ; kanla, savaşla, kıyımla yoğrulan insan tarihi acılarının yediveren adına ,  sanata tutundu. Toprağın rahminde nasıl tohumlar saklanırsa ve vakti geldiğinde toprak nasıl neşeyle tüm bereketini sunarsa insan kalbi de öyle saklar acıları öyle yediverdirir acılarına. Bir bakmışsınız şiir olmuş, bir bakmışsınız şarkı… 

 

Hiçbir hükümet, hiçbir rejim, hiçbir baskı sanatı öldüremez.  Çünkü sanat dünyalı olmadığı gibi ölümlü de değildir. Belki bir ağaç yaprağına bir çığlığın resmi çizilir ; belki bir gazete kağıdından gemiler yapılır ateşten denizlere. Bir devrimi başlatır yanışları.  An gelmiştir ve devrim inandıkları uğruna yaşayan birinin, dar ağacına  giderkenki  gülümseyişiyle boyanmıştır. An gelmiştir devrim,  kurşuni renklerin, metruk binaların, karanlığın içinde bir göze alışla doruklara sevdalananlar tarafından  başlamıştır. Bir an için  dünya hayatının yoğurt yeme yarışması, altının da sevgi olduğunu farz edelim ; devrim, yoğurdun içindeki altını her şeye rağmen bulmaktır. Bazen feryat figandır ; bazense anlamaktır. Sevgi, altın ; sevgi bizim aydınlık tarafımız . Peki karanlığımız ? İnsan,  karanlığı olandır. “ Biz maymunlarız , düşüncelerimizinsandır.’’ der Atatürk. Bizi hayvanlardan ayıran üst beynimizi, aydınlığımızı bilimle ve sanatla yaşarız. Yoksa ormanda tehlike anında renk değiştiren bukalemun biziz, kalbini donduran orman kurbağası ,  pusuya yatmış çakal, biziz. Hiçbir şeyin gideremeyeceği açlık duygusu , içimizdekikör kuyu. Besleyip büyütür kundaktaki kötülüğü. Nefsin açlığı, egonun açlığı… 

 

Ormanda önceliği hayatta kalmak ve av olmamak olan bir hayvanın, primitif reflekslerinden ayrılıp var olmanın, dışavurumun en medeni haliyle karşımıza çıkar dünya sanatı. Büyütür kundaktaki güzelliği. Elinize bir dünya küresi alın ve kürenin Latin Amerika yüzünü  kendinize döndürün. Sırtınıza ülkelerin renkli kıyafetlerinden birini alın. Karnavalları ve festivalleriyle gülümsetip   “ fakirler ama mutlular ’’ dedirten bir coğrafya burası. Amerika’nın arka bahçesi.... Irklar arasındaki çeşitlilik Latin Amerika’nın temeli. Sokak dansları ,  duvar resimleri , el sanatlarıyla sokak sanatı da bir o kadar zengin ve çeşitli. Peru, Ekvador , Brezilya,  Arjantin  ve diğer Latin Amerika ülkeleri  dansa kaldırırken ; duvar sanatı  bir yeniden doğuş  ışığı saçar  kıtada. Kolombiya’nın   Bogota şehri sokak sanatıyla büyüler lakin geriye gidersek hazin bir hikayesi vardır bu şehrin duvarlarının. Şehre sokak sanatı, on altı yaşındaki grafiti sanatçısı  Diego Felipe Becerra’nın bir köprüde çizim yaparken polis tarafından fark edilmesi ve kaçarken öldürülmesi sonucu yayılır;  Bogota’nın duvarları  kurşuni renklerden geçerek bütün renklere kavuşur. 

 

Avrupa’ya geçelim akabinde katı, bilimi dışlayan, engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insanın haksız yere öldürüldüğü  Orta çağ Avrupası’nda Rönesans hareketiyle bütün Avrupa’da güneş kartı açılır ; Rönesans’ın öncüleri sanata önem verir. Stendhal mahlası ile tanınan Marie-Henri Beyle için insanın gömleğini satmak zorunda bile kalsa ziyaret etmesi gereken  bir ülke olan İtalya’da Rönesans hareketi başlar. Hayatında sadece iki kez gördüğü platonik aşkının ölümünden etkilenerek mistizme yönelip İlahi  Komedya’yı  yazan  Danteİtalyan’dır. 

 

Peki ya kürenin yüzünü  Ortadoğu’ya doğru çevirirsek ?  Ruhu devrimci , kalemi şair  Füruğ Ferruhzad ‘ın  kırılganlığına  kattığı  asi sesini  duyacağız.  Hayat kadar gerçek dikenleri aşikar edişini  belki de ipek bir sesten , yalancı bir buketten daha çok seveceğiz.  Ah Füruğ…. İranlı güzel kadın… Şeriat kanunları gereği kocasından  ayrıldıktan sonra oğlunu bir daha hiç görememiş. Füruğ’un sesini duyacağız çünkü  onunisyankar sesi üflemeyle sönmeyecek bir ateştir. Bir şiirinde  “ Ellerimi bahçeye dikiyorum  / Yeşereceğim biliyorum biliyorum / Ve kırlangıçlar / Mürekkepli parmaklarımın çukurunda / Yumurtlayacaklar  ’’ dizeleri geçer. Evet Füruğyeşeriyorsun ve kırlangıçlar yumurtluyor ellerinde. 

Farklı kültürlerin  kırılma noktası Türkiye’ye gelelim şimdi de. Lale Müldür’ün çığır açan sesi sanki yüreğimizin en ince notalarıyla aynı frekanstadır . “ O  bana suda bir şey aramakta yardım etti  / Yaşamımdaki saklanmış şey bulundu / Bir inci kolye dizdim / Kadın olmanın anlamını düşündüm ’’ dizeleri onun esrarengiz şiirlerinden bir fısıltıdır. Bu yurdun vatansever evlatları, halk edebiyatının bizlere emaneti Pir Sultan’ı , Köroğlu’nu, Neşet Ertaş’ı ve daha pek çok halk ozanını  bağrına basmış ; divan edebiyatının bize armağanı Fuzuli’ye , Nedim’e , Baki’ye ve daha nicelerine hak ettiği köşede yer ayırmıştır fakat aynı zamanda aynı yurdun evlatları sokakta enstürman çalıp şarkı söyleyenlere  ön yargıyla bakabilir. Oysaki sokak sanatının lezzeti başkadır ve dilencilik ya da gürültü yapmanın ilerisindedir. 

 

Diğer bir açıdan bakıldığında gerek ekonomik kaygılarla gerek ön yargı silsilesinin devamı olarak meslek seçimi noktasında sanat mantıklı bir alternatif olarak görülmez. Hobi olarak yine yap notasında tıkanır. Sevdiğimiz bir arkadaşımız yıllar önce konservatuvarın ilk aşamasını geçmiş , jüri üyesi Erdal Erzincan’dan  “solak kızım ’’ diye hitap edilerek yüreklendirilmiştir. Gelgelelim babası makine ressamı olduğu ve aç kaldığı bundan mütevellit aşçı olduğu için  kızınınkonservatuvara girmesini engellemiştir. 

 

“ Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.’’ denilip kim bilir kaç yeteneği bir fırtına tutup deryaya kardı ?  Bununla beraber kim bilir bir rüzgar kaç ateşi büyüttü, yandırdı? Bir inatla köklenen ağacın, o küçük ezberlerin dışındaki şarkısını kim bilir nasıl dinledi vahşi orman? 

 

Bir gün gelmeli ve yaşadığımız tek  psikolojik sendrom  İtalyan psikiyatrist Graziella Magheri’ni  tarafından tanımlanan bir sanat eserinden çok etkilenip fenalaşmayı ifade eden  Stendhal Sendromu olmalı.  Ruhlarımız sanatla incelmeli, şekil almalı. Sanat daha fazla içimizde olmalı. Bir inci kolye dizmeliyiz böylece. Bataklıklardan dinazorlardanbahseder gibi bahsetmeliyiz o aydınlığın içinde. Sadece fersah fersah uzakta bir masal köyündeki cadının kibirli aynasından yansımalı anlayışsızlık, biz  birbirimizi anlamalıyız. Sokak sanatı bilenler   tarafından yapılmalı o gün geldiğinde.  Yeşilçam sanatçılarının fotoğraflarının olduğu, ihtimamla tasarımı yapılmış, şık duvarlara dönüp Filiz kalp Mehmet ya da sokak duvarlarına küfür yazmanın çok ötesinde olmalıyız.Bırakmalıyız bunları. Aksi taktirde şebeke sularına antidepresan atsak zor .