Bugün eve gelirken aklımda Kaynarca’da yaşamanın üzerine bir yazı kaleme almak vardı. Ancak Edip Akbayram’ın ölüm haberini alınca çok üzüldüm. Öyle böyle değil… Yaşı ilerlemiş, zatürreye yakalanmış, sonrasında düşüp iç kanama geçirmiş, birkaç ameliyattan sonra umutla kurtuluşunu beklerken acı haberi aldık…74 yaşında kaybettik billur sesi…
Doğrusunu isterseniz, zaman uzadıkça biraz ümidimi kaybeder gibi olmuştum. Çünkü,bu yaşlarda düşüp,bir yerini kırmak, özellikle kalça kemiğini kırmak çok tehlikeli. Sonuç genellikle iyi olmuyor. Edip Akbayram için de bu yönde kaygılandım ama şu ölümü kabullenemiyorum,insan konduramıyor. Aynı duyguyu babamı kaybettiğimde yaşamıştım; Bir gün öncesi Pazar günüydü ve gidip açık bir medikal dükkanı bulup nebulzatör almıştım. Akciğerlerinin daha iyi çalışacağına olan inancım o kadar yüksekti ki,o gün bulabildim diye,içten içe sevinerek eve geldim. Sonraki gün babamı kaybettiğimizdeki duyduğum acıyı ben bilirim…
Elbette Edip Akbayram’ın sanatı,sanatçı kişiliği hakkında çok şeyler anlatacaklardır,anlatılmalıdır da.Ama inanın onun adamlığı belki beni daha çok etkilemiştir. İnsan bu kadar mı mütevazı olur? Suratsız bir yüz ifadesine hiç rastladınız mı? O güleç yüz,adeta bir ışık demeti gibi çarpar insana. Sağlığından bir kez bile yakındığını gördünüz mü? Ben görmedim. O nasıl bir engin yürek?
Edip Akbayram gerçekten büyük sanatçıydı. Bu,dı ekini eklemek bile ağır geliyor, ama insan şunu bilince biraz rahatlıyor; kulaklarımızdaki,o her biri ayrı lezzetteki,anlatmak istediği duygunun zirvesini bize yaşatan, o muhteşem türküleri çalınıp söylenmeye devam edecek! Türküleri kulaklarımızda çınlamaya devam edecek! Ve bu türküler başkalarına ilham verecek! İşte bunu bilmek,biraz olsun sıkılmış ruhumuzu rahatlatıyor…
Aslına bakarsanız,sıradan,uzun bir ömür mü, yoksa dolu dolu ve yaptıklarıyla başkalarına da dokunabilmiş ve ilham vermiş bir ömür mü? Yaşam ölümlü olduğuna göre,bana göre ikinci şık insana daha yaraşır bir ömürdür.
Edip Akbayram da bunu başarmış ender insanlardan biridir. 70’li yılların başından günümüze kadar,billur gibi sesiyle bizlere muhteşem türküler bıraktı. Ve yaşam nasıl akarsa aksın,adam gibi yaşamayı,cebindeki paranın azalıp çoğalmasına bakmadan,bildiği yolda yaşamayı tercih etti… Her yönüyle örnek bir yaşam sürüp,fiziki varlığıyla ayrıldı aramızdan. Ama dedim ya,türküleri kulaklarımızda çınlamaya devam ederken,mütevazı ve sade yaşamıyla da gönlümüze taht kurup,en nadide yerini aldı orada…
Bu kolay iş değildir. İletişimin bu denli geliştiği,sosyal medyanın,yaşamımızın büyük bir bölümünü kapladığı günümüzde,magazin sayfalarından uzak durabilmek,ünlü bir adam gibi değil de sıradan bir adam gibi yaşamak,gerçekten herkesin harcı değil.O, bunu başaran ender insanlardan biriydi.Sanmayın ki,her gidenin ardından yapılan bir güzelleme yazısı yazıyorum. Bu benim tarzım değil. Ama bizlere bir şey göstermek istedi bence.O da,sanatçı nasıl olmalı? Yoz sanat nedir,çağdaş sanat nasıl olmalı? Halkın gönlünde taht nasıl kurulur? Bu, sanatçı ve ünlü kişiliğe rağmen mütevazı bir yaşam nasıl sürülür? Seni işsiz bırakmak isteyenlere karşı nasıl mücadele verilir? Kendini yaratmak nasıl olur? Bunları bizlere göstererek ayrıldı aramızdan.Umarım onun yaşamından ders çıkaranlar olur… ilham olacağından şüphem yok da,kendini sanatçı sayanlara lafım!
Gidenin ardından deyince aklıma geldi,Edip Akbayram’ın nasıl bir ilham olduğuna iyi bir örnek olacak: 78 ya da 79 yılı diye kalmış aklımda ama, sonra o sırada çekilmiş fotoğrafımı bulunca,gördüm ki üzerine 20 Temmuz 1980 diye tarih atmışım. Yani 12 Eylül’e 3 ay var.Edip Akbayram’ın türkülerini o kadar sevmiştim ki,onun o billur gibi sesiyle söylemek ne mümkün ama,ben de kendi kavlimce söylüyorum. O gün Eyüp’te, Haliç’in sularının üstünde,kazıkların üstüne inşaa edilmiş bir salonda,bir tanıdığımızın oğlunun sünnet düğünü var. O salon sonradan Bedrettin Dalan zamanında yıkıldı. 12 Eylül sonrası istanbul belediye başkanıydı. Askerin kuvvetini arkasına alan Dalan,Tarlabaşından girmiş,Haliçten çıkmıştı.O zaman Taksim’e çıkan yollar dar,Haliç ihmal edilmiş,denetimsizlikten,yolunu bulan bir tarafına birsey yapmış,ortaya ucube yapılar çıkmıştı.Bizde herşey biraz hoyratça yapılır. Şimdi bakınca,aslında iyi olmuş diyorum.Neyse… Ailece gitmişiz düğüne,yanımda ta Trabzon’dan çocukluk arkadaşım da var. Arkadaşım tutturdu,”Orhan,Gidenlerin türküsü’nü söylesene” diye. Gençlik cesareti ve arkadaşımın yüreklendirmesiyle sahneye çıktım.Sahnede ilk defa türkü söyleyeceğim.Parçayı çalacak müzisyenlerle ses ayarlamasını yaptıktan sonra Gidenlerin Türküsü’nü söyledim. Türkü hüzünlü tabi. Bu türküyü ne zaman söylesem,aklıma hep Haydarpaşa gelir. Ayrılıkların ve kavuşmaların efsanevi gar’ı… Bir de,üniversite öğrenciliğim sırasında Haydarpaşa - Gebze arasında, banliyö trenlerinde kalem sattığım günler… Neyse,düğün sünnet düğünü,ben hüzünlü bir türkü söylemişim. Sonradan abim,hem arabayı sürüyor hem anlatıyor,meğer yan masadaki gençler homurdanmışlar biraz.Yani,sahneye ilk kez çıkmıştım ve Edip Akbayram’ın türküsünü söylemiştim.O cesareti biraz da ondan almıştım… Gençlik işte…Böyle bir anım var.
Sonra onun Aldırma Gönül’leri,Eşkiya Dünyaya Hükümdar olmaz’ı,Sen Gittin Gideli,Bekle Bizi İstanbul,Motorları Maviliklere Süreceğiz gibi,dilimizden düşmeyen parçaları…Hepsi ayrı güzel,hepsinin ayrı bir tadı,duygusu var. Türkülerinde hüznü de bulursunuz,coşkuyu da. Kuşlar parçasını söylerken dalarsınız sevdalara. O yumuşacık kadife sesiyle alır götürür sizi…Bittiye Yazın derken,omurgası yamulanları anlatır. Eşkiya Dünyaya hükümdar olmaz derken sanırsınız ki dağlar yerinden oynuyor! Öyle bir ses!
Edip Akbayram’ın gücü,sesinin gücüyle beraber,kökü Anadolu’da olan büyük ozan Aşık Veysel’den gelir,başkaldırı ve yiğitliğin ozanı Pir sultan Abdal’dan gelir,Sebahattin Ali’den gelir.Yakın tarihten Can Yücel,Ahmet Arif,Oktay Rifat,Vedat Türkali gibi ünlü şairlerimizin şiirlerini bestelemiştir. Bir,iki değil,250’den fazla ödüle değer görülmüştür…
Ne kadar yazsak az! Artık türküleri kaldı bize.(şarkıları demiyorum, o kızına bile Türkü demişti! Türküleri öyle sevdi,öyle sevdirdi.) Şunu da söylemek gerekir; sahnede onu izlerken dev gibi biriydi,bacağının aksaması sanki gözümüze hiç gözükmezdi. halbuki o bu durumu hiç saklama gereği duymadı…
Onu, kendi sesinden dinleyelim,öyle bitirelim yazımızı; “...İnsan,her karanlık günün bir sabahı vardır düşüncesiyle,eşimle beraber her türlü olumsuzluğa omuz omuza mücadele verdik.Bu günlerin geçeceğine inandık.Satılmadık,bizi satınalmaya çalıştılar,bize çok büyük,düşüncelerimizi satarak çok büyük paralar önerdiler. Ama,insanın önce kendisine saygısı,sonra yaşadığı topluma saygısı çok önemlidir.Kendimce ezilen sınıfların,emekçi insanların melodik bir sesi olmaya çalıştım.Yani kim olursa olsun,etnik kimliği benim için önemli değildi.İnsan olan,ezilen,emeğinden yoksun olan herkesin yanında, Edip Akbayram’ın durması gerektiğine inandım ve durmaya çalıştım…”
Sosyal medyada da paylaştığım gibi,eksildiğimizi düşünmüyorum,aksine o kadar çok eser bırakmış ki bizlere, eserleri çınlamaya ve ilham vermeye devam edecek…Hepimizin başı sağolsun,eşine çocuklarına sabırlar diliyorum.Ruhu şad olsun…
Bu yazıyı yazdığım sıralarda,köyümüzün en sevilen simalarından Halil Atsızoğlu amcayı kaybetmişiz maalesef. Çok üzüldüm…O da,çevresinde sevilen,daima güler yüzü ile tanınan bir insandı,o da gidenlere katıldı...Yirmi yıl önce evin temelini atarken,köyün de biraz dışında gibi olan yerimize gelmiş,hayırlı olsun dedikten sonra kendini tanıtmış ve, “ne ihtiyacın olursa gel. Benim evim,caminin oradan sola sapan yolun en sonunda.Sakın çekinme” deyişini,dün gibi hatırlıyorum…Günümüzde kaybolan yardımlaşma ,birbirine güç katma gibi erdemleri,o güzel yüzünde ve yüreğinde taşıdığı için,engin yürekli Yörük Halil amcayı burada anmak istedim. Güle güle Halil amca,ruhun şad olsun…
Dostlukla kalın…