Kültürlerin oluşmasında sanatın önemi

   Değerli okurlar,gecenin bir vaktinde ben bu yazıyı yazarken,sizler çok değişik mekanlarda bu yazıyı okuyor olacaksınız. Belki bir seyahat sırasında,kim bilir? İyi okumalar dileyerek merhaba diyorum.

Bugün çok çok önemli bulduğum bir konuda yazacağım ama, öncelikle arkamıza yaslanıp,konuya biraz daha geniş açıdan bakmaya çalışalım.

 

   Hali vakti yerinde olanlar için sorun değil ama, bugünlerde geçinmek daha da zorlaştı. İnsanoğlu (böyle söyleyince kadınlar alınıyor,cinsiyetçi ayrıma tabi tutuluyoruz diye. Cinsiyet gözetmeksizin,herkesi kastediyorum) hayatını devam ettirebilmek için, tabiki öncelikle para kazanmanın derdine düşüyor. Doğru tabiki, öncelikle cebimizde yetecek miktarda para olması gerekiyor. Ki kültürel faaliyetlere fırsat bulalım, zaman ayıralım. Ancak,bazılarımız para kazanma işini abartıp,hayatı sadece para kazanmaya endeksleyip,deyim yerindeyse hayatı ıskalıyorlar.

 

   Burayı biraz açmak lazım. Yaşamda herşey birbirinin nedeni ya da sonucudur.Büyük şehirlerde insanların çoğu,deyim yerindeyse mantar bir hayat sürüyorlar. Ulaşım o kadar zaman alıyor ki,zamanında işinizde olmanız için,çok erkenden evden çıkmanız gerekiyor. Akşam dönüşte de, zaten çalışarak yorulmuşsunuz,üstüne bir de toplu taşıma aracında oturma garantiniz olmadan eve dönüş zorluğu,insanın pestilini çıkarıyor. Büyük şehir insanı,hangi enerjiyle bir kültürel faaliyete katılsın? Geçimini sağlamak için,zamanının çoğunu çalışmayla geçirmek zorunda olduğundan,hangi zamanı ayırsın da kültürel faaliyetlere katılsın? Örneğin, İstanbul gibi bir yerde, çok çeşitli kültürel faaliyetler olsa da,bu saydığımız nedenlerden dolayı halkın büyük bir çoğunluğu pek de yararlanamıyor. Ama Kaynarcamız bu açıdan şanslı. (Ben de Gaynarcalıyım artık) Aslında ilçemiz birçok yönden şanslı. Genel olarak tarım ve hayvancılık yapıldığı için, insanımız (her ne kadar ülke genelinde bu konular sorunlu da olsa), geçim derdi açısından,büyük şehirlerde asgari ücretle çalışan birine göre daha şanslı. Bunun farkında olmak lazım. Dolayısıyla,insanımız bu konulara daha fazla zaman ayırabilir. Bu sadece para meselesi de değildir. İlçemizde,başka ilçelerde olmayan KABET gibi bir tiyatro ekibimiz var. Çalgı (enstrüman) öğrenmek isteyenler için Halk Eğitim Merkezi var. Koro çalışmaları var. Kitap okumak isteyen için,çok güzel bir kütüphanemiz var. Ben örneğin oraya üyeyim, fırsat buldukça uğrayıp,ya kitap okuyorum,ya da kitap değiştiriyorum. Sorumluları da çok candan insanlar, bir çaylarını içerken bazen edebi,bazen de güncel konular üzerine çok güzel sohbetlerimiz oluyor.

Bunlar para ile yapılan işler değildir,sadece zaman ayırmayla ilgilidir. Buradaki eksiklik sanatın çeşitliliği üzerine olabilir. Bu konuda da yerel yönetimlerde etkin olan belediyeler destek verebilirler.

 

   Zaman ayırmayla ilgilidir dedik,çünkü kültürel faaliyetler denince, bazıları sadece eğlence ve boşa giden zaman gibi algılıyor.Tam tersine,bu faaliyetler insanı insan yapan başlıca faaliyetlerdir ve sanatla iç içedir. K.Atatürk’ün de dediği gibi, “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa,tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet, bir ayağı topal, bir kolu çolak,sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

 

   Olaya bu doğrultuda baktığımızda,toplum yaşamıyla sanatın içiçe olması gerektiğini görürüz. Sanatı, bizi aşan bir şey gibi algılamak,ya da sadece parası olanın veya,elitlerin işi gibi görmek çok yanlıştır. Sanmayalım ki,ileri toplumları teknoloji ve bilim ileri götürmüştür. Hayır. Temelinde sanat yatar. Sanat alanlarını özgür bırakmak,hatta teşvik etmek,insanın varolan kapasitesini ortaya çıkarır. Özgür düşünceye giden yol buradan geçer. İşte o zaman insan,kendini sınırlayan şeylerden sıyrılıp,bilime ve teknolojiye de katkı sunmaya başlar. Yahu,sanatla bilimin, teknolojinin ne alakası var diyebilirsiniz. Sanat toplumu dolaylı olarak değiştirir. Değişimin motorudur aslında,pek farkında olmayız.Hemen somuta döküp,örneklendirelim.

 

    Son zamanlarda İstanbul'a gidenler, yeni yapılan binaların dikdörtgen şekillerden ziyade, yukarı doğru giderek dönen bir burgu şeklinde veya,fizik kurallarına aykırı gelecek şekilde, asimetrik oluşlarına rastlamışsınızdır. Bu biçim değişikliği, sadece değişiklik olsun diye yapılan bir değişiklik değildir. Aklın düşünme yeteneğini zorlayan,günün ihtiyaçlarına göre yeni bir bakış açısı geliştirdiğindendir. Buna estetik de eklendiğinde ortaya sanatsal görünümler çıkıyor. Şunu hemen belirtmek gerekir,sanatın sunumlarının bazıları silinip giderken, bazıları kalıcı olup yaşamımızda yer alır. İnsanlığın birikimi böyle oluşmuştur.

 

   Yine müzikten örnek verecek olursak,tek bir çalgının (enstrüman)  eşliğinde bir şarkı ya da türkü söylerken,o çalgının yanına,mesela üflemeli bir çalgı ekleyip,arada onun da sesini duymak istemek,gelişkin bir kulağın isteğidir. Yine bir vurmalı çalgı eklemek gibi. Ya da sesleri ölçüsüne göre kaydırarak,çok seslilik gibi veya aynı anda iki farklı oktavı söylemek gibi. Ya da merhum Özay Gönlüm’ün tek bir bağlamayla yetinmeyip,bağlamanın üstüne ve altına farklı boylarda bağlama ekletmesi gibi. Bu yeni sazın adına “yaren” demişti…

 

   Görüldüğü gibi,o ana kadar var olan bir biçime yeni bir bakışla farklı biçimler vermek,sınırları zorlamaktır. Bazen sadece kendi zevkimiz için bunu yaparken,bazen de toplum için yaparız. Ama sonuçta ortaya yeni birşey çıkar,ve bunların bazıları önümüzdeki zamanda yaşamımızda yerlerini alırlar. Bu anlamda sanat,bilimle de iç içedir. Mimar estetiği belirler,mühendis yapılabilirliği üzerine kafa yorar…

 

   Sanatla yakından ilgilenmek,insanın kişisel gelişiminde de çok büyük rol oynar. Vurucu olsun diye şöyle tarif edeyim; sanat insanın yontulmasını sağlar,onun estetiğini geliştirir,bir biçime sokar. Toplumla bütünleşmesini sağlar, aynı zamanda da kendisi olmasını sağlar. Bazen bir orman gibi,bazen bütün rüzgârlara karşı koyan tek bir ağaç gibi. Örneklendirecek olursak;

 

   Bir tiyatro oyununa gidildiğinde,daha önce yanyana gelmemiş insanlar bir araya gelmiş olurlar. Birbirlerinden, küçük de olsa bir şeyler öğrenirler,görgüleri artar. Oyun izlenirken, sadece eğlence olsun diye izlenilmez,oyunun ne anlatmak istediği kavranılmaya çalışılır. E tabiki insanız,oyundaki oyuncu performanslarının bizleri etkilemesine göre, oyuncuları alkışlarız. Bir oyuncu için alkış en büyük ödüldür .İşini iyi yapmanın verdiği güvenle,çok daha iyi bir performans sergileyecektir. Bu karşılıklı iletişim tiyatronun özüdür. Tiyatro zaten,insanı,insana, insanla anlatma sanatıdır. Birkaç oyuna gidince,farkına varılır ki, tiyatronun kendine göre bir kültürü vardır. Olur olmaz yerlerde alkışlanıp oyun bozulmaz ama öyle yerler de vardır ki,alkışlamazsanız oyuncu bozulur! İşte bu incelikleri kavrarken,siz de incelirsiniz. İşin özü de budur,insan olmak buralardan geçer ve kendinizi oluşturmak yolunda bir adım daha ileri gitmiş olursunuz.

 

   Bir çalgı ile uğraşmak da insanı insan yapan uğraşlardandır. Sevdiğimiz bir çalgıdan istediğimiz sesleri çıkarabilmek,o sesleri bir ahenge dönüştürüp bir müzik parçası oluşturabilmek,insan ruhuna nasıl iyi gelir! Çoğu doktor bir çalgı ile haşır-neşirdir. Doktorların çok mu zamanı vardır? Tam aksine çok yoktur. Ama bir çalgı ile uğraşmak, onların yorulan ruhlarına ve cerrahlarsa,ellerini ustalaştırmalarına olanak tanır.

 

   Bizler birer makine değiliz,duygularımız vardır ve bize yön verir. Bazen bir türkü söylemek,hatta birlikte söylemek insanlar arasındaki birliktelik bağlarını güçlendirir ve ortaya inanılmaz bir sinerji çıkartır. Öyle ki,2*2=4 etmez,5 eder,6 eder! Bu öyle bir şeydir. Ve Neşet Ertaş’ın dediği gibi “Nerede bir türkü söyleyen görürsen,korkma yanına otur.Çünkü kötü insanların türküleri yoktur.” İşte öyle,ruhunuzu arındırırsınız…

 

   Sokakta kimle karşılaşıp,sohbete tutuşsak, dünyanın kötüye gittiğinden dem vururuz ve iyi düşünelim iyi olsun deriz ayrılırken. İyi olması için,önce bizim iyi olmamız gerekir. İyi olmak için başka şeyler de gerekir ama, örneğin hayatımızda şiir yoksa,sevginin güzelliğini nasıl yakalarız? Hayat güzeldir; eğer kendimizi tanır,yeteneklerimizi keşfetme gibi bir yolculuğa çıkarsak,eminim yolumuz,sanatın bir veya birkaç koluyla kesişecektir. Kısa günün kârı,size bir anahtar vereyim; imkânlarınız ölçüsünde yolculuklara çıkın, sanatı daha iyi anlayacaksınız…

 

   Bu konuda bizlere ilham veren birkaç değerli söze kulak vererek bitirelim;

   

   Yüksek uygarlığın merdiveni sanattır. (K.Atatürk)

   

   Sanat hem coşma,hem yadsıma işidir. (Albert Camus)

 

   Sanat,davranışımızı,karakterimizi,adalet ve sempati hislerimizi rafine etmeli,kendi kendimizi tanımamızın,kendi kendimizi kontrol etmemizin, diğerleri için beslediğimiz saygı hislerimizin ve karakterimizin yücelmesine hizmet etmeli; bizi adilliğe,zulme,adaletsizliğe ve bayağılığa tahammül etmeyecek şekilde geliştirmelidir. (Bernard Shaw)

 

    Sanatçı,yaşamını yaşadığı gibi anlatmamalı; ama sonraları anlatacağı biçimde yaşamalı. (Andre Gide)

 

   Ulusal sanat ve ulusal bilim yoktur,ikisi de tüm üstün ve yüksek değerler gibi,tüm dünyanın malıdır. (Wolfgang Von Goethe)

 

    Dünya aydınlık olsaydı,sanat olmazdı. (Albert Camus)

 

    Son sözü İbn-i Sina söylesin;

 

   Bilim ve sanat,takdir edilmediği yerden göç eder.