Değerli dostlar, arkadaşlar, merhaba.

Fırsat buldukça bu köşede sizlerle beraber olacağım. İlk yazımı engelli bireyler üzerine yazdım. Çünkü bir engelli babasıyım. Ve bu konuda sadece babayım diye yazmıyorum, bütün engellilerin hepimizin birer parçası olması dolayısıyla yazıyorum. Bugün de bu konuda, konunun değişik taraflarını irdeleyip,tekrar düşünmemizi sağlamaya çalışacağım. Sonraki yazılarım hayatın değişik yönleriyle ilgili olacak. Belki siyasi konularda da yazarım ama siyaset gelip geçicidir. Ancak, kalıcı olan insan yaşamıdır.

İnsanımızın kalitesi arttıkça, siyaset de ona göre şekillenecektir.

 

   Siyaset, esasında toplum için yapılır, toplumun değişimi için yapılır. İçinde bir ideal vardır. Ancak bizde o kadar yozlaştı ki, siyaset lafını duyduğumuzda içimize bir bulantı geliyor. Sizlere de öyle olmuyor mu? A partisinden seçilip, bir süre sonra B partisine geçenler,orada aradığını bulamayıp C partisine geçenler… Perde arkasında yapılan al-ver hesapları… Siyasetle tanınıp,ticarette yolunu bulanlar… Daha niceleri… Pespayelik diz boyu. Büyük resmin içinde biz nerede yer alıyoruz? Dünya siyaseti nerelere doğru evriliyor, pek takip edenimiz yok. Yaşamın küçük hesapları içinde, yoğrulup gidiyoruz.

 

   Memursak, gözümüz maaş katsayısında, öğretmensek ders ücretlerinde, işçiysek asgari ücrette, emekliysek bir yere bakmaya gerek yok, gözümüz toprakta… Neyse.  Biz en iyisi konumuza dönelim.

 

  Sizleri sıkmak da istemiyorum, ancak gerçekten başkalarının dertlerini de dert edinirsek insan oluyoruz. İnsan oluyoruz diyorum, iletişimin gelişmesiyle sosyal medyada bir sürü görüntü, video önümüze düşüyor. Bazen cins olarak birbirinin düşmanı olarak bildiğimiz hayvanların,doğal ortamlarında karşılaştıkları sorunlarda, birbirlerine yardım ettiklerini görünce,durup yeniden düşünüyorum; hayvanlar bunu beceriyor da biz insanlar niye beceremiyoruz? Ben kendim şahit oluyorum; soğukta,açıkta kalan bir kedi, köpek kulübesine sığınıyor ve köpekle koyun koyuna yatıyorlar, birbirlerini ısıtıyorlar! Yine bir videoda gördüm; ördekti sanırım, gagasıyla, kendine atılmış besinleri balıklara veriyordu. Balıklar kümelenmiş suyun içerisinde…

 

  Bunları hayvanlar beceriyorsa biz neden beceremeyelim? Biraz empati,biraz vicdan ve en önemlisi insan olduğumuzu hatırlamak! 

 

  Bazen rastlıyorum; mağazaya giriş için konulmuş tekerlekli sandalye rampasının girişine,adam (ya da kadın) gelmiş arabasını park etmiş! Hatta oraya ikaz bariyeri koymuşlar park edilmesin diye, ama ne çare? Bariyeri ezip parketmiş! Yani insan sormadan edemiyor,yaptığı işin farkında mı, yoksa gelişmemişliğinden mi yapıyor diye? O zaman o rampanın ne anlamı kalıyor? Bu durumu bir engelli vatandaşla konuşun bakalım ne diyecek size? En büyük engel, engellenmektir!

 

  Zihinsel engelli insanların kendilerine göre takıntıları olur. Bazı konularda  hassastırlar. Gergin ortamlar onları daha da gerer. Bu yüzden, onların olduğu ortamda daha bir dikkat etmek gerekiyor. Ben sabırlı olmayı oğlumdan öğrendim. Eğer çalışan bir engelli bireyse, çalışma arkadaşlarının da daha anlayışlı ve işini kolaylaştırıcı olması gerekiyor. Engelli olmak üretime engel değildir, yeter ki fırsat verilsin.

 

   Zaman algıları zayıftır, dolayısıyla 2 dakika denildiği zaman, ne kadar bir zaman aralığı kastediliyor, onu kafasında canlandıramayabilir. Ve söylenen saatten 1-2 dakikalık şaşmalar bile onları tedirgin edip, gerilmelerine sebep olabilir. Bu durumu bilmeyen, algılamayan başka biri, durumu şaşkınlıkla karşılayabilir. ‘Biraz sonra’ kelimesinin ne ifade ettiğini bizler anlarız ama, onlar bu zamanı algılamakta yetersiz kaldıkları için sorun yaşarlar. Ve tabiki hafızaları bizimki gibi düzenli değildir. O yüzden de hem geçmişi hatırlamakta,hem de öğrenme sırasındaki anlık hafıza kullanımında sorunlar oluşabildiği için, geç öğrenirler. Ama bunun yanında bizlerin, şak diye hafızamızdan çekemeyeceğimiz, sanatçı ya da siyasetçi, yani tanınmış isimleri, size hemen söyleyebilirler ve siz hayretler içinde kalabilirsiniz, bu bilgiyi nasıl biliyor diye! Ama şu var; ummadığınız bilgi dağarcıkları olabilir, ancak,bu bilgiler arasında bağ kurup, bir bütün oluşturmakta zorlandıkları için, bunu çok kolay anlatıma dökemezler. Bu yüzden onlara karşı biraz daha sabırlı, toleranslı ve anlayışlı davranmamız gerekiyor.

 

  İş hayatında sık sık karşılaşılan, üst’ün ast’ına bağırıp çağırması bizde ne yazık ki yaygındır. Bu da bir gelişme sorunudur. Bağırmayla hatanın anlaşılacağı zannedilir. Bağırmayla ikazın arasındaki farkı ne yazık ki bilmiyoruz. Bu durum normal kabul ettiğimiz insanlar arasında da sürüp giderken, engelli bir çalışan için nasıl bir acı tablodur, ancak insan olmayı başarmış insanların anlayacağı bir durumdur. Bu konuda, engellilere nasıl davranacağını, yönetici konumundaki insanlar dahi bilmezken, sıradan çalışan birinden nasıl beklersiniz? Bu durumu bizzat yaşadığım için yazıyorum. Bu durum aslında, yasalarımızda mobbing olarak yerini almıştır. Ve cezası vardır. Bağırma sonucu, engelli bireyin daha fazla panikleyeceğini, hatta epilepsi nöbeti geçirebileceğini ne yazık ki bilmiyoruz!

 

  Yani değerli okurlar, farkındalık yaratmak derken bunların farkında olmalıyız. Yani engellilere iş hayatında istihdam yaratıyoruz ama, o engelli bireylerle çalışacak iş arkadaşlarına bu konularda eğitim vermiyoruz. Performansa odaklanmış iş hayatında, engellileri de bu performans beklentisinin içine sokuyoruz. Biraz ağır kaldıklarında, hemen bağırma yöntemine başvuruyoruz. İşi yeterince öğretmeden iş istiyoruz. Bunlar tabiki doğru değil, ama her şeyde olduğu gibi bu da bir gelişme sorunu. Toplum olarak insan kalitemizin artmasıyla orantılı. Toplum olarak bunların farkında olup, girdiğimiz herhangi bir kurumda ya da özel sektörde, etrafımıza bu gözle de bakmak durumundayız. Çalışabilecek durumdaki engellilerin, çalışma hayatına dahil edilmesindeki en büyük amaç, onların öncelikle sosyalleşmeleridir. Sosyalleşme geliştikçe diğer durumlar da yoluna girer. Psikolojisi daha sağlıklı olur, insan ilişkileri daha sorunsuz olur ve dolayısıyla daha mutlu olur. Toplum onları mutlu gördükçe, onların “özel” durumlarından dolayı toplum da mutlu olur. Ve bütünlük böylece sağlanmış olur. Tabiki diğer özlük hakları sağlanmış olacağından,hayata karşı kendini daha güvende hissedecektir. Bizler de öyle değil miyiz? Engellilerin çalışmasından performans beklenmemeli. Tabiki yetenekleri geliştirilmeli, kurum eğitimlerine katılmalılar ama kapasiteleri dikkate alınmalı.

 

   Tohum toprağa, engelli topluma emanettir.

 

  Şuraya da dikkat çekmek istiyorum; engelli bir bireyin,engelini yüzüne vurmak çok ayıptır. Bu, genel görgü kuralıdır ama bazılarımız maalesef bunu ya bilmiyorlar, ya önemsemiyorlar. Engelli bireylerin bir çoğu engelinin farkındadır ve bunun ezikliği, eksikliği içindedir zaten. Bu yüzden psikolojilerini gözlemlemek ve ona göre davranmak durumundayız. İncitmemek çok önemlidir. Hele onları yok saymak çok inciticidir. Bunun dengesini bulmak, insan terazisindeki yerimizle çok alakalıdır. En büyük engel, sevgisizliktir.

 

   Yine toplumda, engellilere kaderci bakış açısıyla bakan insanlar olabiliyor. Onlara göre bu durum bir ibret meselesidir, ya da gayet doğal bir durumdur. Genetik sorunları bir kenara bırakacak olursak, biraz daha yakından baktığımızda,bu da bir gelişme sorunudur. Çocuk ölümleri ya da doğum anomalileri,hamilelikteki süreçle ilgili olmasına karşın, doğum anındaki doktorun,ebenin,hemşirenin bilgi ve becerisiyle,yani eğitimiyle de yakından alakalıdır.Çok önceleri sezaryen diye bir teknik yoktu. Köy kadınları hastaneye gidemeden,tarlada bile doğum yapıyorlardı. Benim çocukluğumda,evde doğum yapan kadın sayısı çok daha fazlaydı. Ebe eve gelirdi. Bu yüzden çoğu çocuk sonradan nüfusa kaydedilirdi. Tabiki doğum günü ve saati genellikle yanlış yazıldığından burç özelliklerine uyumsuzluklar, biraz da buradan geliyor …Neyse.Yani demem o ki, kaderci bakış gelişmenin önünde her zaman engeldir. Bir beynimiz ve aklımız olduğuna göre,gerekli tedbirleri ve gelişmeleri hayata uygulayacağız. Nasreddin Hoca'nın dediği gibi,eşeği önce sağlam kazığa bağlayacağız.

 

  Engelli bireyle kontak kurmanın yollarını bulmalı, onların toplum içerisindeki konumlarına nasıl yardımcı olabilirim, yaşamlarını nasıl kolaylaştırabilirim gözüyle bakmamız gerekiyor. Herhangi bir zamanda değil, her zaman yanlarında olmamız gerekiyor.

 

  Bir önemli konu da, yine zihinsel engelli insanlarla ilgili; böyle insanlar kendilerine karşı gelişebilecek tehlikeleri önceden göremezler. O yüzden de art niyetli insanlar açısından istismara açık olurlar. Kız olsun,erkek olsun,anne-babaların en büyük korkusudur. Paralarını idare etmekte yetersizdirler. Giysilerine sahip çıkmakta yetersizdirler. Cinsel istismara karşı yeterince uyanık değillerdir. Üşüme veya terlemeye karşı giysi tercihlerinde yetersizdirler ve bu yüzden de sık hasta olurlar. Dolayısıyla, yakınları yanlarında yoksa, zorlanırlar. İşte bu durumlarda iyi yetişmiş, iyi organize olmuş bir toplum, engelli bireylerine sahip çıktığında hayat daha güzel olacaktır. Engelli bireyler daha mutlu ve güvende, onların hayatlarını kolaylaştıran insanlar, engelli birine yardım etmiş olmanın mutluluğunu yaşayacaklardır. Toplum mutluluğunun bir tarafı da budur; birbirine sahip çıkmak! Bu konuda şanslı olduğumuz zamanlar oldu. Oğlum okuldayken terli atletini değişen öğretmenleri oldu…Onları sevgi ve minnetle anıyorum. (Annesi çantasına yedek atlet koyardı) 

 

  Gelişmiş toplumların dikkat çeken bir yanı, ayrıntıcı olmalarıdır. Bu durumu yasalarına uygularken,fiili hayata da geçirmişlerdir. Bizdeki gibi, bazı yasalar kağıt üstünde kalmamıştır. Yasaların işlev kazanması da,bilinçli vatandaşlar sayesinde olur. 

 

Herşeyde olduğu gibi, eğitim bu konuda da çok önemlidir. Zekâ engeli olan çocuklarımız için eğitim kurumlarımız vardır. Milli Eğitim’in Rehberlik Araştırma Merkezleri (RAM), ilkokul çağındaki bu tür çocukları yönlendirmede önemli kurumlardır. Aileler bunlardan haberdar olmalıdırlar. Yine MEB’e bağlı rehabilitasyon merkezleri, ücreti devletçe karşılanan kurumlardır. Tabiki takip şart, çocuğumuzu verdiğimiz kurumda yeterince ilgilenip ilgilenilmediğini takip etmemiz gerekiyor… Özel eğitim olmadan çağdaş eğitim olmaz.

 

   Değerli okurlar, bu konuda ne kadar ayrıntı yazarsak o kadar faydalı. Engelli çocukların yaşadıklarını, en iyi anne ve babalar bilir ve en büyük kaygıyı da yine onlar yaşarlar. Bu konuda da empati yeteneğimizi geliştirip, onları anlamaya çalışmamız lazım… Yani, engel değil, destek olun.

 

   2025 yılında umuyorum ki, engelli bireylerin bu durumlarına biraz daha yakından bakıp, onların yaşamlarını kolaylaştırma konusunda,gelişmiş toplumlar seviyesine ulaşırız. Bu vesileyle yeni yılın tüm insanlığa, daha yaşanılır bir dünya getirmesi dileğiyle, yeni yılınızı kutlarım. Bizim güzel bir sözümüz vardır; ne oldum değil, ne olacağım demeli…