İnsanın okudukları onda konu üzerinde düşünme ve yazma duygusunu tetikliyor. Okumanın en güzel yanlarından biri de bu olsa gerek. Geçenlerde bir arkadaşım bir iş adamından randevu alıp görüşmeye gitmiş, gittiğinde saatlerdir bekleyenleri görüp yaşadıklarını, paylaşmış ve güzel bir durum tespiti yapmıştı. Yetki ve sorumluluğu başkalarıyla paylaşamamak işin en masum yönüydü o olayda aslında. Asıl sıkıntılı tarafı üst makamlardaki yöneticilerin insanlara yaptıkları bu tür saygısızlıkları sıradan, normal görmesiydi. Hepimizin başına sıklıkla gelen, insanın ihmal edildiği, insan hakkına yeterli değerin, saygının gösterilmediği sıradan vakalardan biriydi yaşanan. Okuduğum bu yazı konu üzerinde biraz düşünme ve aklıma gelenleri karalama fırsatına dönüştü benim için.
İş hayatının koşturmacası içerisinde etrafımızdakileri fark edemediğimiz, yaptığımız işe büsbütün kendimizi kaptırdığımız, zihin dünyamızdaki hayallere daldığımız zamanlar hepimizin oluyordur eminim. Zamanın, mekanın farkında olamadığımız işe yoğunlaştığımız bu zaman dilimlerinde insanlara istemeden de olsa bir selam, bir tebessüm ile mukabale edemeyebiliyoruz. Açıkçası böylesi istem dışı durumlar yazımızın konusunun dışında, ben asıl görmeye tenezzül etmediğimiz, karşımızdakileri insan yerine koymadığımız zaman dilimlerinden bahsetmek istiyorum.
Bir zamanlar katların temizliğinden sorumlu bir personel ile aramızda şu şekilde bir konuşma geçmişti. Biraz tereddüt ederek başladı cümlelerine: "Size bir şey söylemek istiyorum" dedi. Sesinin tonu sitemkar bir tonda idi onu çok iyi hatırlıyorum. "Yıllardır bu firmada çalışıyorum bize yok gibi davranılması dayanılır bir şey değil. Yöneticiler, müdürler, direktörler, pek çok çalışan bir selamı, bir tebessümü bizlere çok görüp sanki yokmuşuz gibi davranarak yanımızdan geçip gidiyorlar. İnsan gibi muamele etmek, selam vermek neden bu kadar zor geliyor bu insanlara?" Etkilenmiştim söylediklerinden, gerçekten de sonrasında dikkat ettiğimde pek çok kişi mesaimizi paylaştığımız bu arkadaşlara gerçekten yoklarmış gibi davranıyorlardı.
Üst düzey bir yöneticiyle iki çift kelam edip, derdini anlatabilme imkanına kavuşup bundan büyük bahtiyarlık duyan insanları da gördüm iş hayatımda. "Yıllarca birlikte çalıştım ama departmanımızın üst düzey yöneticisi ile bir kez göz göze bir temas sağlayıp, meramımı anlatma imkanı bulamadım" diye dert yananları da gördüm. Ahmet Şerif İzgören'den dinlemiştim. Çalıştığı üniversitedeki öğrencilere final sınavında kapıdaki müstahdem ablanın ismini sormuştu ve bütün sınıf o soruda çakılmıştı diye anlatmıştı. Çalıştığımız iş yerinde yıllarca önünden geçip gittiğimiz müstahdem abilerin, ablaların bizler ismini biliyor muyuz? "Bu anlattıkların ben değilim, benim olduğum yerlerde böylesini hiç görmedim" diyorsanız size ve o kurumlara, şirketlere ne mutlu, yolları, bahtları açık olsun. Belki sizlere abartılı gelebilir ama egosu yüzünden insanlara tepeden bakan, hatta onları görmezden gelen insanların sayısı hiç de az değil.
Organizasyonlardaki hiyerarşik yapıları, verilen mevki ve makamları böylesine abartmak, bunlara olduğundan çok fazla anlam yükleyip kendini kaf dağının tepesinde hayal etmek bizleri büyütmüyor tam tersine insanların gözünde küçültüyor. Kişisel gelişim konularında ahkam kesebilecek biri asla değilim fakat ulaşılabilir, erişilebilir, konuşulabilir olmak, mevkiye, ünvana bakmadan samimiyetle insanlarla bir iletişim içerisinde olabilmek bence bir lider yöneticinin en önemli özelliklerinden biri olsa gerek.
Pek çok örnek görüyoruz hayatta kimi kurumunun, kimi devletinin gücünü arkasına alıp insanlara tepeden bakıyor, onlara hizmetkar bir liderlik etmesi gerekirken dertlerini umursamamayı, onları ve taleplerini dikkate almamayı tercih ediyor. Bırakın devletin, kurumun gücünü arkasına almayı, bir lafı ile bir kavmi helak edecek Allah’ın gücünü arkasına almış bir Peygamberin şu tavrı hep hatırımızda olmalı, bize örnek olmalı değil mi? Kays îbn Hazim şunu anlattı: Bir adam Peygamber'e (asm) geldi. Onun karşısında durunca adam korkudan titremeğe başladı. Bunun üzerine Rasulullah şöyle dedi: “Korkma rahat ol. Ben kral değilim. Ben ancak Küreyş'ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum."
Çalışan da, amir de, patron da, sekreter de, yoldaki yaya da, toplantı için bekleyen misafir de, öndeki, yandaki araç da, sokaktaki çocuk da, kaldırımdaki dilenci de, iş yerindeki hizmetli de, çaycı da kısacası her insanoğlu saygıyı, insan yerine konulmayı fazlasıyla hak ediyor. Nezaketi, zerafeti, insanlığı unutalı epey zaman oldu. “Makamın büyüdükçe boynun bükülsün” demiş büyüklerimiz ama kahir ekseriyetimiz öyle olamadık. Makamımızla birlikte kibrimiz de büyüdü. Makamımızı, mevkimizi kullanıp insanların hakkını suistimal eder olduk, bunu kendimizde bir hak gördük. Ufak bir gülümseme, içten samimi bir tavırla gönüllere girebilecekken, karşımızdakinin hakkına girmekten korkmayan tavan yapmış egolarımızla gönüller yıkar olduk. Yunus Emre ne güzel demiş: “Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme"
