Bugüne kadar hep kariyerlerimizi planlamak için çaba sarf ettik. Oysa bazı anlar vardır ki vicdanımızın sesini dinleyip kariyerimizi sıfırlama riskini de göze almamız gerekir. Kariyeri planlamak ve kariyeri sıfırlamak. Tabii aralarında bariz bir fark var; planlarken kendimiz için emek harcarken, sıfırlamayı göze alırken başkalarının veya kurumun, kamunun menfaati için gayret sarf ederiz. Doğruyu söyledi diye dokuz köyden kovulanlar sizin de etrafınızda mutlaka olmuştur. Hangisinin daha çetin bir yol olduğunu tahmin edersiniz. Biz bu yazımızda ikisi üzerinde de kafa yoracağız. İlki ile başlayalım; kendi kariyerini planlama pek çok profesyonelin iş hayatı boyunca önem verdiği konulardan biridir. Elde ettiği imkanlardan, rollerden daha iyisine ulaşmayı kim arzu etmez ki? Bunu kimsenin sırtına basmadan, hak ederek, hak yemeden, yeri geldiğinde başkasının hakkını da savunarak yapabilmek ise en güzeli.

Bu yolda hırsına kapılanlar belki 3-5 yıllık mesafeyi 1 yılda kat ediyor gibi görünebilir. Fakat insan türlü hile ve iltimaslarla kısa yoldan zirveye ulaşmaya çalışanlara hiç bir zaman özenmemeli. Her şeye rağmen işini en iyi şekilde yapıp değerlerinden taviz vermeden erdemle hareket etmek en güzelidir. Özveriyle gayret etmek, sorumluluğunu yerine getirmek ve yaptığının değerini tevazuuyla ortaya koymak, sonrasında da "ya orada ya da başka bir yerde kıymetinin bilinip takdir edilmesini beklemek" en doğru yol olsa gerek. Fakat insan daha iyisine layık olduğunu düşünüyorsa ya da tüm çabasına rağmen arzu ettiği değeri görmüyorsa sonraki iş fırsatını denemekten de çekinmemeli.

Bazen insan kendisini doğrudan ilgilendirmese de öyle olaylarla karşılaşır ki o anlarda "doğru olanı seslendirmeyi" üzerinde ahlaki bir sorumluluk olarak hisseder. Ne zaman ki doğruları seslendirse o zaman da hem yolu daha çetin hale gelir hem de geleceği, hayalleri riske girer. Hele ki karşındaki bağnaz ve toleransı olmayan biri veya bir topluluk ise kendini korumak dünyanın en zor işine dönüşebilir. Çünkü menfi düşünen insanlar, tüm baskılara rağmen işlerine gelmeyeni söylediğin için seni ve kariyerini bitirmek için var güçleriyle çalışırlar. Samimiyet ve iyi niyetle kurulan ilişkiler, menfaate dayanmayan arkadaşlıklar böylesi dönemlerin olmazsa olmazıdır. Bu samimi bağlar yolu hem katlanılır kılarken hem de bu tür zorlukların aşılmasını kolaylaştırır.

İnsan nasıl özel hayatında ya profesyonel yaşamında böyle tehditler ile karşılaşıyorsa aynı şekilde hayata, topluma dair sosyal olaylardaki tutumu nedeniyle de benzer tehditlere maruz kalabiliyor. Bu tür durumlarda elde ettiğini kötü niyetli insanlardan korumak ve emin adımlarla ilerlemek ise ayrı bir dikkat ve çaba gerektiriyor. Güçlü lobileriyle zalim ruhlu çevreler ya 1-2 günde seni ve kariyerini bitiriyorlar ya da öyle bir özür dilemeye zorluyorlar ki artık o noktadan sonra sen eski sen olamıyorsun. Bütün dünyanın gözü önünde bir zulmü dile getiren, mazlumun sesi olup dünyayı bu soykırımı durdurmaya davet eden sinema oyuncularının, modellerin, sporcuların da başına benzer şeyler geldi. Kimini safını zalimden yana belirlemiş olan yapımcılar o piyasadan aforoz etti ya da etmekle tehdit etti. Kimini de spor kulüplerinden uzaklaştırdılar.

Bu yolda geri dönenler de oldu elbette. İki örnek var ki onların haksızlık ve zulüm karşısındaki duruşu çok etkileyici. Biri şu an Avrupa’da top koşturan Kerem Aktürkoğlu diğeri de Spider Man serisinin ünlü aktörü Andrew Garfield. Pek çokları sessiz kalmayı tercih ederken ikisi de kariyerlerini riske ederek insanlık adına Gazze’deki zulmü korkusuzca dile getiriyorlar. Bu konuda susmayan normlara uymayan aykırı birini takımına transfer etmeyi göze alacak kaç kulüp vardır Avrupa’da? Ya da zulmü kınama amaçlı açıklaması sonrasında o sanatçıya bir sonraki filmi için teklif götürecek kaç yapımcı çıkar? Milyonlarca Euro geliri, yıllardır adeta ilmek ilmek dokudukları kariyerlerini kaybetmeyi göze alarak bunu yapıyor bu iki yıldız. Yarın sorulduğunda ben üzerime düşeni yaptım, mazluma sahip çıktım, insan hakkını korudum diyebilmek adına çok kıymetli, çok erdemli bir tavır. Dile getiremeyen binlerce ünlü insanın yanında ne kadar kıymetli karakterler olduklarını ortaya koyuyorlar.

İnsanın hakkın yanında olması sadece uluslararası olaylar ile test edilmiyor elbette. En basitinden kurumumuzdaki bir haksızlığı, yanlışı görmezden gelip kulağımızın üzerine yattığımız anlarda da bizler bu imtihandan geçiyoruz. Başka bir yöneticinin yönetiminde mobbing gören ve korktuğu için bunu dile getiremeyen bir personeli insan kaynakları birimine bildirmek buna bir örnek olarak verilebilir. Fakat bu tür duruşları sergilerken en dikkat edilecek husus ise hakkı dile getirenin kullandığı üsluptur. Şadi Şirazi’nin dediği gibi “Yanlış üslup doğru sözün celladıdır”. Söylediğimiz doğru bile olsa onu söyleyiş şeklimiz, üslubumuz bizi haksız kılabilir. Güzel üslup, gören başkalarını da bizim söylemimize taraftar ederken kötü üsluba sahip çıkanın olduğu ise pek görülmez. O nedenle hakkı savunurken usulü, üslubu korumak çok önemlidir.

Bedeli olabileceğini bile bile büsbütün lâl kalmak yerine düşenin elinden tutmak, ona destek olmak büyük bir erdem. O nedenle bir kötülüğü görünce “Onu eliyle değiştirmemiz, elimizle değiştirmeye gücümüz yetmezse dilimizle değiştirmemiz, ona da gücümüz yetmezse kalben nefret etmemiz” emredilmiş. Dünyanın bu denli karmaşa içinde olduğu bu dönemde her alanda, her endüstride, her ülkede güzel örneklere ihtiyaç var. Ne yapıp etmeli, dostlarımız için insanlık için fedakarlık gösterip uygun bir üslup ile doğruyu dile getirmekten, hakkı tutup kaldırmaktan asla vazgeçmemeliyiz. Yazımızı Bilge Kral - Aliya İzzetbegoviç'in şu harika sözüyle bitirelim:

"Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır."