Tarih 4 Nisan 1953, mavi soğuk karanlık sularda yol alan bir denizaltı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında tam yol ileri seyreden bir gemi!. Az sonra, sisler arasında buzdağı siluetleri arasında, meşhur Titanic gemisinden film sahneleri gözünüzün önüne gelecek.Titanic filmini yediden yetmişe bilmeyen yok .Peki bizler, kendi karasularımızda vuku bulmuş olan, gemi kazalarının en trajiklerinden, şehitlerimiz ve aziz hatıralarıyla sular altında kalan acı hikayesinden haberdar mıyız? Bu hafta, ecdadımıza bir borç bilerek ve aziz hatıralarını yâd etmek için, bizim denizaltımız “Dumlupınar”ı kaleme almaya karar verdim.            En kahredici deniz facialarımızdan olan bu olay, 69 yıl önce 4 Nisan 1953’de meydana geldi. Dumlupınar denizaltısı, NATO’nun Blue Sea adlı Ege & Akdeniz tatbikatı sonrasında Gölcük’teki üssüne dönüyordu. Bu tatbikat, zorlu ve uzun bir görev olmuştu. Yorgun olan donanma personeli dinlenmeyi hayal ediyordu. Hava koşulları kötü, denizde yoğun sis ve yağmur mevcuttu. Saat 02:15 sessiz, soğuk ve göz gözü görmeyen zifiri karanlık. Çanakkale boğazı Nağra Burnu açıklarında, İsveç gemisi Naboland ile karşılaştılar. Üsteğmen Hasan Yumuk 15 derece, Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu ise iskeleye 20 derece emrini verdi.  İşte kaderin onlara verdiği bu iki seçenek arasından, en kötüsünü tercih ettiler. Kazadan sağ kurtulan emekli astsubay gazi Hüseyin Akış’a göre; Üsteğmen Hasan Yumuk’un verdiği 15 derece emri uygulansa kaza olmayacak, belki de en kötüsü ile gemi karaya oturacaktı. Maalesef böyle olmamıştı. Doksan metrelik Dumlupınar D-6, İsveç gemisi Naboland’a doğru sürüklenip altına girdi. O esnada sert bir  çarpışmanın  etkisiyle, güverteden yedi denizcimiz denize düştü. İkisi Naboland’ın dev pervanesinde can verirken, beşi denizde süren iki saatlik ölüm - kalım mücadelesinden sonra Naboland personeli tarafından kurtarılacaktı.Bu çarpışmanın ardından korkunç bir sesle yerlerinden zıplayan Dumlupınar’ın personeli, şok olmuştu. Su yüzüne çıkan denizaltımızın torpido dairesi sancak tarafından ağır hasar alınca, zaten çok güçlü bir akıntıya sahip olan boğazın soğuk suları hızla içeri dolmaya başlamıştı.Saniyeler içinde pervaneleri havaya bakar pozisyonda, dikey konumlanan denizaltı Naboland’ın denize indirdiği filikalara binmeye fırsat kalmadan hızla battı. Bu filikalara, yalnızca çarpışma anında  denize düşen yedi askerden beşi ulaşabilmişti. Kalan 22 kişi torpido bölümüne sığınabildi. Buradan yüzeye fırlatılan telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı. Sağ kalan askerlerimizi kurtarmak için tüm imkânlar seferber edildi. Elektrikleri kesilen torpidoda kurtarılmayı bekleyen personele, oksijeni idareli kullanması için çeşitli uyarılar yapıldı. “Gereksiz konuşmayın, sigara içmeyin, şarkı, türkü söylemeyin” gibi. Kurtarma gemisi olaydan 12 saat sonra kaza yerine ulaşabildi. 25 saat sonra ancak sabitlenebildi. Akıntı çok güçlüydü ve dalgıçları savuruyordu. Artık herkes durumu kabullendiğinde denizaltıdakilere“Rahatça konuşabilir, türkü söyleyebilir ve sigara içebilirsiniz” denildi. Mürettebat kurtarılmalarına imkan kalmadığını anlamıştı. 4 Nisan 1953 günü oksijeni azalan, ölüm sessizliği çöken o torpidoda son sigaralarını yaktılar. Tüm Türkiye yürekleri yakan o türküyü az sonra şehit olacak askerlerimizin ağzından dinledi.

Ah bir ataş ver, cigaramı yakayım,

Sen salın gel, ben boyuna bakayım,

Uzun olur gemilerin direği,

Ah çatal olur efelerin yüreği

Hafızalara kazınan bu acı türküden sonra yüzeyden torpidoyla iletişimi sağlayan şamandıradaki telefon kablosu koptu. 3 ncü günün sonunda, 7 Nisan 1953’te irtibat tamamen kaybedildi. Milli Savunma Bakanlığı çalışmaları durdurdu ve umutların kesildiğini duyurdu. O gece bu kazada 81 şehit verildi. Enkaza 5 yıl sonra ulaşılabildi. 2020 yılında yönetmen Ömer Faruk Solak tarafından, Dumlupınar denizaltısının acı hikayesi beyazperdeye aktarıldı.        Burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum: BugünTitanic filmini detaylarıyla bilirken filmide çekilen Dumlupınar’dan neden bi haberiz? Bugün globalleşen dünyada tarih bilinci, sinema endüstrisi ve dijital dünya üzerinden sahneleniyor. ABD Hollywood’u propaganda aracı olarak kullanıyor. Kara Şahin Düştü, Pearl Harbour gibi filmlerle, savaşları yanlı bir tutumla aktarıyor. Müdahalede bulundukları ülkeler terörist, kendini daima “kurtarıcı süper kahraman” rolünde servis ediyor. kendi tarihimize  ait bileşenleri gelecek nesillere aktarmanın yolu teknolojiyi maksimum kullanmaktan geçiyor. Dünyada patlak veren savaşları, TV başında izleyen milyonlar, ekranda gördüğüne inanıyor.. Maalesef zaten okuma alışkanlığı gittikçe azalan, lakin izleme alışkanlığı tersi yönde artan bir milletiz. Tarihimizi, arşivden çıkarıp, yalnızca bizim değil tüm dünyanın doğru biçimde anlayıp, algılayacağı şekilde yeni nesillere aktarabiliriz. Batının Titanic’ini bilen nesiller, bugün Dumlupınar’ı bilmiyorsa kabahati kendimizde aramalıyız. Tarih öyle garip tevafuklarla doludur ki, bizi şoke eder. Dumlupınar ile ilgili enteresan detaylar var. Türk Deniz Kuvvetlerine katılan İtalyan yapımı ilk “Dumlupınar” Haydarpaşa’da bir gaz tankeriyle çarpışarak yanmıştır. 1953’de Çanakkale’de yazımızda bahse konu olan ABD yapımı 2. Dumlupınar’dır.        Bu faciadan 19 yıl sonra 1972’de ABD yapımı 3. Dumlupınar’ımız yine Çanakkale’de bir Rus tankeriyle çarpışır. Bu üç talihsiz kazadan sonra “Dumlupınar” adı uğursuz kabul edilmiş ve hiçbir deniz taşıtına verilmemiştir. O gece o karanlık soğuk sularda derinliklerde kaybolan bizim Titanic’imizdi. O ölüme dahi dik ve vakur giden aziz şehitlerimizin ebedi istirahatgahı Dumlupınar denizaltısıydı. Sonsuza kadar bu milletin kalbine şu sözlerle kazındılar: “VATAN SAĞ OLSUN…”